27 Ekim 2015 Salı

Kalpten Konuşmak

Zihin ne söylerse söylesin ya da bedenin kimyası hangi duygulara neden olursa olsun, kalbini dinleyen ve ruhuyla hisseden birisi için, bunlar yüzeyde kalacaktır. 

Tüm bu etkiler suyun yüzeyindeki dalgalar gibi, derine ulaşamadan bedeni yalayıp geçecek, kişinin farkındalık alanına girse de, yine de gerçek olarak sadece o en derinde, ruhunda hissettiği kalacaktır. 

Böyle birisi için, gerçek olan tek şey kalbinin söylediğidir ve o bu düzeyden, içindeki gerçeklikten hareketle konuştuğu zaman, söyledikleri kendi fiziksel bedeninden bile daha gerçek olacaktır..

13 Ekim 2015 Salı

Ra Bilgileri Serisi Hakkında Yorumlar

Bu kitabın yazılmasını sağlayan olayı başlatan Don Elkins, fizik profesörü olduğu için, teknik dil kullanıldığı ve daha az anlaşılır olduğu doğrudur. Don Elkins dört üniversite bitirmiş, Alaska Üniversitesi'nde makine mühendisliği ve Louisville Üniversitesi'nde yine mühendislik ve fizik dersleri vermiş ve sonunda da Louiseville Üniversitesi'ndeki fizik profesörlüğü görevinden ayrılarak, kendini bu konulara adamış, Boing727 kaptan pilotluğu yaparak, 1984’de ölene dek, bu konuda araştırmalarını sürdürmüş bir bilim adamıdır. 

Kitabın yazım süreci şöyle olmuştur: üniversitede çalıştığı dönemlerde, varoluşa dair aradığı cevapların, kendisi gibi bu dünyanın içinde bulunup aynı çıkmazı yaşayan insanlarda değil de, daha önce aynı şeyleri yaşamış ve aynı yollardan geçip cevaplara ulaşmış, daha ileri uygarlıklarda bulunabileceğine inanmış ve bu yüzden cevapları bulmanın tek yolunun, dünya dışı varlıklarla temas kurmak ve onlardan bilgi almak olduğuna karar vermiştir. 

Bunun için üniversite öğrencilerinden oluşan bir grupla denemeler yapmış, dünya dışı varlıklarla temas kurmanın yollarını denemiştir. Meditasyon yoluyla zihinsel bağlantının yollarını aramıştır. Fakat uzun yıllar devam eden deneyler hiçbir sonuç vermemiş, hiçbir şekilde temas sağlayamamıştır. Yıllar içinde grup dağılmış, artık kimse bu sonuçsuz çalışmayı sürdürmek istememiştir. 

Onunla devam eden sadece kütüphane görevlisi Carla Rueckert kalmıştır. Ve bir gün, beklemedikleri bir anda temas sağlamışlardır, bu gelişmeden sonra, araştırmalarına yine bir bilim insanı olan James McCarty de dahil olmuş ve bu sürecin sonucunda da, kitaptaki bilgileri veren Ra adlı bilinç topluluğuyla iletişime geçmeyi ve bilgi almayı başarmışlardır. 

Kitap soru cevap şeklinde 4 ciltten oluşuyor. Ayrıca şunu da söylemek istiyorum ki, varoluşumuza dair bilgiler, her düzeyden farklı ifade edilebilir. Yani bir manzarayı, 2.kattan bakarak da tarif edebilirsiniz, 20. kattan bakarak da. Manzara aynı olmasına rağmen, bakılan düzeyler farklı olduğu için, sanki farklı bilgilermiş gibi gelebilir. Oysa sadece bilgiler, çeşitli bilinç düzeylerinden veriliyordur ama en yukarıdan bakıldığında hepsi aynı yere çıkar. Bu son bilgi de, her şeyin tek olduğu, bir olduğudur. Bu nihai bilgi hakkında her düzeyden konuşabiliriz. Kitabın anlattığı düzeyden sorularınıza cevap vermek gerekirse, 4 cilde yayılmış bilgileri toparlayarak yanıtlayacağım.

Çok çok özet olarak, Tanrı dediğimiz her şeyi kapsayan ve her şey olan birlik halinden, bireyselleşmeyi deneyimlemek üzere ayrılmış, Mevlana’nın güzel tabiriyle, okyanusken kendimizi kavanozlara doldurmuş ve kapağını da kapatarak, hala okyanusun içindeyken ve okyanus suyuyken, kavanoz benzetmesi olan bedenler aracılığıyla ayrı olduğumuz, bireysel kimlikler oluşturarak, o tek bilinci bireyselleşmiş bilinçler olarak deneyimlediğimiz bir durumu yaşıyoruz. 

Buna, başladığı yere geri dönmek üzere yapılan bir yolculuk da diyebiliriz: Ayrılık yanılsaması ve yeniden birliğe dönüş. 

Yanılsama çünkü, gerçekte bir olan zaten bölünemez ve ayrılamaz, ayrılırsa o zaten birlik olamaz, yani her yerde ve her şey olanın dışına zaten çıkılamaz doğası gereği. 

Bunu, şu an yaşadığımız dünyada, kendinizden çıkamayacak oluşunuz gibi düşünebilirsiniz. Nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın, zaten olduğunuz şey olan kendinizin dışına çıkamaz, kendinizden kaçamaz, kendiniz olmayı bırakamaz, kendinizi terk edemezsiniz. 

Belki çeşitli kimyasallarla, uyuşturucularla, kim olduğunuzu unutup, kendinizden çıkmış, kimliğinizi bırakmış yanılsaması yaşayabilirsiniz. Ama bu yine de kim olduğunuzu değiştirmez ve yine de olduğunuz şeyin dışında bir şey olmuş olmazsınız. İşte şu an yaşadığımız bireysellik yanılması da buna benzer bir illüzyondur. 

Unutma perdesi aracılığıyla, gerçekte olduğumuz birlik halinden, tanrının kendisi olduğumuz bütünlükten, her şeyi kapsayan o sonsuz bilinçten ayrı, bireyselleşmiş bilinçler olduğumuz yanılsamasını yaşamamıza izin veren bir deneyimin içindeyiz. 

Buna birçok kaynakta tekamül yolculuğu deniyor. Birlik halinden bireyselliğe geçiş ve kim olduğumuzu unutarak başlayan bir yolculuk, ama bir çemberin üzerinde devam eden ve yola çıktığımız noktadan giderek uzaklaşıp, nihayetinde o çemberde dönerek yeniden başladığımız noktaya, birlik haline dönüş. 

Ra Bilgileri kitaplarında bahsedilen negatif ve pozitif ayrımını şöyle açıklayabilirim: Başlangıcı bir nokta olarak düşünürseniz, o noktadan sağa doğru bir çember çizerek de yine başlangıca, birliğe, Tanrıya dönüş mümkündür, sola doğru bir çember çizerek de aynı sonuç mümkündür. Biri negatif, yani kendine hizmet yolu, diğeri de pozitif yani başkalarına hizmet yoludur. 

Bir'in yasası olarak adlandırılan gerçeğin, yani tanrının ikisini de bir görmesi, yollarla ilgili ayrım yapmaması şu yüzdendir: örnek verirsem, bir anne çocuğunun her şekilde dönüp dolaşıp eve geleceğini bilmektedir ve hangi yoldan geleceği onun için önemli değildir. Kaldı ki zaten çocuk gerçekte hiç evden çıkmamıştır, olanların hepsi yanılsamadır. Bu yüzden size olaya çeşitli bilinç düzeylerinden baktıkça, gerçeklik değişik biçimler alıyormuş gibi gözüküyor demiştim. 

Bu düzeyden baktığımızda, yani zaten çocuğun hiç evden çıkmadığı, gerçekte bizim tanrıdan ayrılmadığımız, sadece ayrı olma yanılsamasını yaşadığımız düzeyinden bakarsak, işte o zaman çocuğun gerçek olmayan, illüzyon dünyasında, sanal olarak oynadığı oyunlar, yani negatif yolu seçmesi, pozitif yolu seçmesi, bir katil ya da melek gibi bir insan oluşu bu en üst düzeyden baktığımızda bir önem taşımaz. 

Sizin bilgisayar oyununda, bir katil gibi oyundaki sembolleri öldürüp, oturduğunuz sandalyede eğlenmenizin ve olayların sadece bilgisayarın içindeki sanal dünyada olmasının, sizin yaşadığınız gerçekliğe en ufak bir etkisinin olmaması gibi. 

Ama tabi şu an hiçbirimiz bu düzeyden bakacak bilince sahip değiliz oyunun içindeyken, doğal olarak.. Çünkü oyunu tüm gerçekliğiyle, hislerimiz aracılığıyla deneyimliyoruz, zaten gerçekmiş gibi yaşamak, gerçekliğinden şüphe duymamak amacıyla, bu kadar da mükemmel tasarlamışız. 

Şimdi yeniden pozitif negatif ayrımı yapabileceğimiz düzeye dönersek, iki yol da sonuçta aynı yere çıkmaktadır. Ama yollar belirgin farklılıklar içerir. 

Öncelikle, her birimiz içimizde hem iyiyi, hem de kötüyü taşıyoruz. Bunun nedeni de, bizim dışımızda hiçbir şey olmaması, yani biz malzemenin kendisiyiz. Ne varsa bizden yapılıyor zaten, ham madde gibiyiz yani, her şeyin ham maddesi biziz. Bu yüzden bizim dışımızda, bizden ayrı ya da biz olmayan hiç ama hiçbir şey yok. Tüm sonsuzlukta tek bir malzeme, tek bir kaynak, tek bir ham madde var: Tanrı.. 

Biz de ondan kaynaklanan bilinçler olarak, bizim bilincimizden kaynaklanan yaratımlar yapıyoruz. Bu yüzden aslında hiçbir şey ne azalıyor ne de çoğalıyor, ne yaratılıyor ne de kayboluyor, ne var ne de yok aslında hiçbir şey. 

Sadece tanrıdan oluşan, bir kapalı döngünün içinde gibi, ama sonsuz bir döngünün içinde, her şey sadece dönüşüyor, ama aslında hiçbir şey değişmiyor, eklenmiyor, çıkmıyor, bütünlük olduğu gibi hep bütün kalıyor. 

Ben bunu fıskiyeli havuzlara benzetiyorum. Kendi içinden çıkan suyu, tekrar kendi içine akıyor. Fıskiyeler aracılığıyla istediğiniz aksiyonu, değişik şekilleri, güzel-çirkin modelleri, en karmaşık döngüleri, figürleri, neyi yaparsanız yapın, havuz için hiçbir şey değişmiyor. Kendi suyu yine kendi içine akıyor, ne artıyor ne azalıyor, ne yeniden yaratılıyor ne yok oluyor, ne de özelliği, su oluşu, özü değişmiyor. 

Negatif pozitif demiştik, işte bazılarımızın bir tarafa doğal bir eğilimi var. Ama önemli olan, hangi yolda olduğumuzu bilmek. Çemberi hatırlayın, o çemberde ilerlemek için bir seçim yapmamız gerekiyor. Çoğumuz bilinçsiziz bu konuda, hangi yolda olduğumuzun farkında bile değiliz. 

Bilinçli olarak bir yolda ilerlemiş bir varlık, karar değiştirip diğer yolu seçebilir ve daha önceki yolda ne kadar ilerlediyse, yeni yolunda da o kadar kolay ilerler deniyor kitapta. Öyle çünkü, bilinçli olarak negatif yolu seçen bir varlık, o yolun araçlarını bilinçli olarak kullanacaktır. Bu da bir iradeyi ve bilgiyi gerektirir. Ve daha önceki uygulamalarının tam zıttını yapmak durumunda kalacaktır. Bu da daha deneyimli ve bilinçli olmasını sağlar. 

Şöyle örnek vereyim: bir tarafta hiç üniversiteye gitmemiş birisi var. Diğer tarafta da, mühendislik bölümünde okuyan ama yarı yolda vazgeçip, hukuk fakültesine gitmeye karar veren birisi var. Doğal olarak ikisinin bilinci, deneyimi ve olaylara bakış açısı daha farklı olacaktır. Dolayısıyla da negatif ilerlemeye karar vermiş ve bu yönde bilinçli çalışmalar yapan bir varlık, elde ettiği bilgiler sonucunda, pozitif yola geçmeye de karar verse, hiçbir seçim yapmamış bir varlığa göre daha kolay ilerleme sağlayacaktır, çünkü bilgiye sahiptir.

Hitler’i sormuşsunuz, Don Elkins de aynı soruyu soruyor kitapta ve geniş bir açıklaması var. Çünkü Hitler negatif yolu bilinçli seçmiş ve bu yolda bilinçli olarak ilerleyen varlıkların ne yaptıklarıyla ilgili açıklayıcı bir örnektir. Ben kişisel olarak rtenin de böyle bilinçli bir seçim yaptığını düşünüyorum. Konuya kitaptan bakabilirsiniz çünkü çok geniş ve dört cilde yayılmış cevaplar var, bu bilgiyi burada özetlemem mümkün değil. 

Kitapta bahsedilen kırmızı ışın, insanların enerji merkezleri olan çakraların renkleridir. Kök çakrayı tanımlayan renk kırmızıdır. Öfke de bu çakrayla ilgili olduğu için kırmızı ışın olarak tabir ediliyor. 

Öfkeyi negatif kullanmakla ilgili şu örneği verebilirim: filmlerdeki kötü karakterleri gözünüzün önüne getirin. Matrix’deki Bay Anderson mesela ya da bir seri katili düşünün. Hepsi son derece soğukkanlıdır. Asla öfkeden deliye dönmez, duygusal tepkiler vermezler. İçlerindeki nefreti ve öfkeyi hep kontrol altında tutarak, bastırarak zamanını bekler ve bu öfke ve nefreti soğukkanlı bir şekilde eyleme dökerek davranırlar. Bu öfkenin negatif kullanımıdır. 

Normal bir insan öfkelendiğinde deliye döner bağırır çağırır, ağlar, duygusal tepkiler verir. Kontrol etmez ya da kabullenmez. Bu rastgele kullanımın bize bir faydası yoktur. 

Pozitif bir varlıksa, öfkeyi kabul eder, bu duygunun içine girer, onun işi kendisiyledir. Kendi içindeki duyguya odaklanır. Öfkenin bedeninde yarattığı değişimi gözlemler, kabul eder. Zaten içimizdeki duyguyu gözlemleyip, onun varlığını kabul ettiğimizde, yavaşça onun etkisinden de çıktığımızı fark ederiz. Evet ben şu an çok sinirliyim, bu kalbimi daha hızlı attırıyor, terliyorum ve sinirden yüzümün kızardığını fark ediyorum, ellerim titriyor, dişlerimi sıkıyorum.. gibi gözlemlediğimizde, ister istemez bu duygudan çıkarız yavaşça. Sonra bu öfke hissini bastırmak ya da yok saymak yerine kabul eder ve anlarız, nedenlerine odaklanırız. Birisi size bağırmıştır ya da küfür etmiştir mesela. Bunun içimizdeki hangi düğmeye bastığını, kendimizi aşağılanmış mı hissettirdiğini, öyleyse neden? Biz kendimizi yetersiz, değersiz mi görüyoruz da bir başkasının söylediği gerçek olmayan bir şey bizi bu kadar sinirlendirebiliyor? Neden bunu gerçek olarak kabul ediyoruz? Kendi değerimizi zaten biliyorsak bir başkasının söylediği bir cümle bunu değiştirmemeli vs gibi sorgulama yoluyla, her soruyla daha derine inerek içimizde o öfkeye neden olan asıl duyguyu ortaya çıkarır ve anlarız. Sonra da diğer kişinin de bizde olduğu gibi yetersizlik ve güvensizlikle dolu olduğunu, aslında onaylanmaya, kendini ispatlamaya.. vs hatta en derininde sevilmeye duyduğu ihtiyaçtan böyle bir saldırıda bulunduğunu idrak eder ve bu anlayışla, kendimize duyduğumuz gibi, ona da şefkat duyarız nihayetinde. Bu da öfkenin pozitif kullanılmasıdır. 

Bu idrak bizi yolumuzda biraz daha ilerletir. Her duygu ve bu duyguları ortaya çıkaran her olay, insan, bizi yolumuzda ilerletme potansiyeli taşıyan katalizörlerdir; itici güçlerdir. 

Pozitif ya da negatif yolu, yani tekamül yolunu, bilinçlenme ve yeniden kim olduğunu hatırlama yolunu seçmiş her varlık, bu katalizörleri kullanarak, yolunda çok büyük ilerlemeler kaydeder. Çünkü bu özünde kendini anlama ve idrak etme yolculuğudur. 

Ve zaten yolun bir yerinde bu negatif pozitif ayrımı da kaybolur, kaybolmak zorundadır, ruhsal entropi buna neden olur. Negatif yolu seçmiş varlıklar, negatif özelliklerinin, doğası gereği birliğe, bir oluşa, bir arada hareket etmeye olanak sağlamaması yüzünden ruhsal entropiye maruz kaldıkları için, yolun belli bir yerinde, ilerleyebilmek için pozitife geçmeleri gerektiğini fark ederler. 

Tüm bu bilgiler, özünde çok basit bir gerçeği söylese de, çok derin olduğu için karmaşıklaşabiliyor. Bu konular hakkında bilgi veren sayısız kitap var, Ra Bilgileri de bunlardan sadece biri. 

Peygamber Ali’nin söylediği ‘’ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı’’ cümlesinde olduğu gibi, hepimiz o basit gerçeği anlamak için daha çok bilgi istedikçe ve daha çok bilgiye ulaştıkça, sanki her şey çok karmaşıkmış gibi hissedebiliyoruz. 

Ama daha çok öğrendikçe ve bildikçe, giderek daha basitleşiyor bilgi. Bir üniversite profesörünün tek bir cümlede özetlediği bilgiyi anlayabilmek için, 4 koca yıl onlarca dersi dinlemek, onlarca kitap okumak, araştırmalar yapmak vs gerekmesi gibi, bizim de zaten içimizde olan gerçeği bulmamız için, bazen çok fazla bilgiyi idrak etmemiz gerekebiliyor. Bu yüzden ne kadar anlaşılır yazabildim bilemiyorum, sonuçta ben de anladığım kadarını, kendi idrak düzeyimden yazıyorum :) 

4 Ekim 2015 Pazar

Hayatının Bu Kadar Tahmin Edilebilir Oluşu

Hayatının bu kadar tahmin edilebilir oluşu, sana garip ve sanki olması gereken bu değilmiş gibi gelmiyor mu?

Üç beş değişik versiyon dışında, her şeyin aynı senaryonun etrafında dönüyor oluşu seni ürkütmüyor mu? 

Doğdun, eğitim aldın, bir işin var, evlendin ya da evleneceksin, bir aile kuracaksın, çocukların var ya da olacak, torunların olacak veya yalnız yaşayacaksın, annen baban ölecek, emekli olacaksın....... ve sonunda sen de öleceksin.

Bunların arasına sıkıştırabildiğin ayrıntılar, bulunduğun yerin ve konumun menüsünden seçtiğin ayrıntılar hayatını, seni tanımlıyor olacak. Bu menü lüks bir restoranın menüsü gibi de olabilir, bir çay bahçesinin sınırlı menüsü de.. Yine de fark etmez, seçeneklerin az ya da çok olsa da, belirlenmiş ve sana seçmen için sunulmuş olasılıklar olacak.

Bu seni bir yalanı yaşıyormuşsun gibi hissettirmiyor mu?

Dilediğin kadar ayrıntı ekle yaşamına, yapabildiğin ya da yapabileceğin şeylerin çerçevesi ne kadar geniş olursa olsun, bu seni yeryüzü ve gökyüzünün arasında sıkışmış hissettirmiyor mu?

Ne kadar büyük olursa olsun kutun, içine dilediğin kadar eğlence, insan, heyecan, seni önemli ve güçlü hissettirecek şeyler koyarsan koy, yine de kutunun sınırlarına çarpmamak için hep o sınırdan dönüp yeni şeyler aramıyor musun menüden? O sınırlara çarpıp kutunun içinde olduğun gerçeğiyle yüzleşmekten deli gibi korkmuyor musun?

Bu sana, gerçekte sanki özgür değilmişsin gibi, belli belirsiz bir tedirginlik hissi vermiyor mu?

Aklına böyle düşünceler geldiği zamanlarda, tüm insanlar böyle yaşıyor, dünyanın düzeni bu diyerek, kendini yatıştırıp içindeki sesi susturduğunda, aslında kendini sahte ve ikiyüzlü bulmuyor musun içinin en derininde?

Yine de bunları düşünmekten bile korkarak, koşar adımlarla eğlencenin, alışverişin, arkadaşların, modanın, başarının, kadınların ya da erkeklerin, alkolün, sporun, tatilin, seksin.. sana bu ikiyüzlü ve sahte olduğun hissini unutturacak ne varsa peşine düşmüyor musun?

Bütün bunlar sana, mantık hatalarıyla dolu bir filmi izliyormuşsun da, bu saçma senaryoya tüm salon hayranlıkla alkış tutarken, sen de kendini aptal gibi hissetmemek için onlara katılıyormuşsun gibi gelmiyor mu hiç?

Tüm bunların gerçek olmadığı, görünenin ötesinde çok farklı bir gerçek olduğu fikri, istisnasız bütün insanlarda olduğu gibi, kendini bildin bileli senin de beyninin en gizli kıvrımlarında dolanıp durduğu halde, kalbinin kendinden bile sakladığın bir parçasından sürekli sana seslenip durduğu halde, bunu yok sayarak yaşadığın her an, kendine ihanet ediyormuş gibi hissetmiyor musun?