25 Haziran 2011 Cumartesi

Süper Mario

Süper Mario oynarken üç hakkımız olduğunu bilmek bize özgürlük ve güven verir. Bu yüzden tehlikeli bulduğumuz, zorlayan, korkutan bir bölüme geldiğimizde, orada öylece durup beklemeyiz; deneriz.. Geçeriz ya da bir hakkımızı kaybederiz veya ölürüz. Biliriz ki daha hakkımız var, yoksa da baştan başlarız. O bölüme geldiğimizde tereddüt etmeden devam ederiz, yine deneriz. Çünkü biliriz ki, maceranın devam etmesi için, bazen belki daha zor ama hep daha eğlenceli ve yeni bir şeylerin eklendiği, kuralların değiştiği vs. bölümleri oynayabilmek için, takıldığımız, zorlandığımız, korktuğumuz o bölümü geçmemiz gerekir. Ve en zor geçtiğimiz yerlerden en çok keyfi alırız hep...

Bazen aynı oyunu oynayan diğer insanlarla konuşuruz; bazen takıldığı yeri geçmesi için fikir veririz, bazen cesaret, bazen de ilerleyen bölümlerden bahsederek ilham veririz...

Oyunda ustalaştığımızda, sadece hayatta kalıp ilerlemek ve oyunu bitirmek için değil, daha çok puan kazanmak, bütün yetenekleri kullanmak ya da sadece yeni yollar denemek, daha önce geçmediğimiz yerlerden geçmek, denemediklerimizi denemek, yeni şeyler keşfetmek için oyuna baştan başlarız. Ya da oyunda öğrendiklerimiz ve yapılabilecekler hakkında bilgi veririz; Süper Mario'nun neler yapabileceğini, oyunu çözdüğümüzde fark ettiğimiz ve ortaya çıkardığımız tüm yeteneklerini ve bu kapasitesinin nasıl kullanılabileceğini anlatırız. Veya bu oyundan edindiğimiz deneyimler ve yaşadığımız hazla, yeni oyunlara başlarız..

Ve artık biliriz ki, bu oyunda asıl keyif veren şey; gerçek eğlence, ''prensesi ejderhanın elinden kurtardığımız o mutlu son'' değil, tüm oyunun amacı gibi gözüken o kurtarma anına gelene kadar, oyun boyunca yaşadığımız maceralardır...

Ve SEN şimdi, üç hakkı olan değil, ölümsüz, sonsuz olan, Süper Mario gibi tek tip değil, bir çok benzersiz beden seçeneğiyle, kumanda koluyla kontrol edip, ekrandan seyrettiğin değil, seçtiğin bedenin içine girip, her deneyimi, her zıplamayı, atlamayı, korkuyu, heyecanı, mutluluğu, sonmuş gibi ölümü, yani yaptığın her şeyi, her duyguyu hissederek yaşadığın, tüm oyun alanını, oyunun zorluk derecesini, engellerini, oyununun konusunu ve oyunun seviyelerini, uzunluğunu, amacını, her ayrıntıyı seçerek; tüm bunları dilediğin gibi planlayıp oluşturarak yarattığın oyunu oynadığının farkında mısın?

Ve bunu çok oyunculu planladığının, birden fazla bedenin içinde ve oyun alanında, kendinden dostlar ve düşmanlar, sevilenler ve sevilmeyenler, güzeller ve çirkinler, iyiler ve kötüler yaparak ve tam da planladığın gibi hepsinin aslında sen olduğunu unutarak, tüm bu oyunu yaratıp planlayan zihnini, her bedendeki SEN'in, sadece içinde bulunduğu bedeni kendisi sanması ve o bedendeki deneyimlerini algılamasını sağlayacak şekilde sınırlayıp,


ve yine de dileyen bedendeki parçanın oyunda ilerledikçe ya da kendi iradesiyle bu sınırlamayı aşıp, göle düşen bir taşın oluşturduğu genişleyen halkalar gibi, kendinde yarattığın bu dokunuşun, sonsuzluğun içinde sonsuzca dalgalanan iç içe geçmiş halkalar gibi oluşturduğu sonsuz yaratımları deneyimleyip, sınırlamayı aşan her parçanın, birinden diğerine genişleyip, dalgayı yaratan kendine doğru, her halkada birleşerek genişleyen ve yine de hala SEN’in sonsuzluğunun bir parçası olan zihninin o halkadaki bütünlüğe ulaşması ve böylece birleşen her halkanın o halkadaki tüm bilgiyi kapsaması ve bu bilişle giderek tüm oyunu yaratan zihnine katılarak yeniden sonsuzluğa dalgalanması için açık kapılar ve ipuçları bırakan, 

ve her SEN olan parçanın, o sonsuz zekanın, bulunduğu beden ve tüm sınırlamalar içinde muhteşem deneyimler yaşayarak, yarattığın oyununu; iç içe ve sonsuz kapsamlı, kusursuz bir düzen ve plan içeren, hem tamamlanmış, hem hiç başlanmamış, hem de hala kendini yaratmaya devam eden oyununu oynadığının farkında mısın?

17 Haziran 2011 Cuma

Senarist

Okuduğumuz bir kitabın filmi çekildiğinde, izlemek çok zevkli olur. 
Okurken gözümüzde canlanan görüntüleri, oluşan imajları izlemek, tarifi yapılan karakterleri, yerleri görmek keyif verir. Bulunduğumuz boyutta da kendi kitabımızın filmini izler gibiyiz, yazdığımız an.. 

İçimizdeki düşüncelerin, duyguların altındaki inançlarımızla yaratıp izliyor, hatta daha da eğlencelisi, onun içinde yaşıyoruz gerçek gibi.

Ve filmi durdurmak, ileri-geri sarmak, yavaşlatmak, hızlandırmak, DEĞİŞTİRMEK, yeni sahneler, yeni karakterler eklemek, çıkarmak; kendi rolümüzü de dilediğimiz gibi filmimizin içinde belirlemekte sonsuz özgürlüğe ve seçeneğe sahibiz. 

Tıpkı yazarın ya da senaristin yaptığı gibi, tüm olayları, tüm karakterleri kendi içimizden çıkarıp oluşturuyoruz, hepsi biziz. 

Yazarın onun ağzından hikayesini anlattığı ana karakterine düşmanca davranan, yine kendisinin yazdığı bir diğer karaktere kızgınlık duyması ya da başına gelenler için üzülmesi veya mutsuz hayatına içerlemesi ne kadar anlamlıysa, bizim de yaşadıklarımızda rol oynayan insanlara gücenmemiz, kızmamız, yaşadığımız hayattan şikayet etmemiz de ancak o kadar anlamlı :) 

Tadını çıkaralım, keyfini yaşayalım; hayalimizin, rüyamızın içinde yaşıyoruz daha muhteşem bir deneyim olabilir mi?