31 Aralık 2011 Cumartesi

Aynanın Doğruları Olmaz

Aynanın doğruları olmaz.
Onun tek doğrusu, karşısındakini olduğu gibi göstermektir. 
Kendinden bile sakladıklarını da..

26 Aralık 2011 Pazartesi

Ya Olduğun Gibi Görün, Ya Göründüğün Gibi Ol

İçin dışın bir olsun, ÖZ'ün ve sÖZ'ün bir.. 
Kalbinde olmayanı söyleme, söylediğini kalbinde de tut.. 
Kendinle yüzleş, kendini kandırma, kimsen o ol.. 
Yani, ''Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol'' 

8 Aralık 2011 Perşembe

Sevgiyle Dolu Olduğumuzu Anlamanın Tek Yolu

Gerçekte sahip olduğumuz, varlığımızda olan tek şey sevgi ve bu yüzden gerçekten verebileceğimiz tek şey sevgi. 

Buna rağmen, nasıl ifade edilmiş olursa olsun ''ihtiyaç duyduğumuz tek şey'' yine sevgi. 

Ve tek ihtiyacımız olan sevginin zaten içimizde olduğunu fark etmenin, zaten sevgiyle dolu olduğumuzu anlamanın tek yolu sevmek; koşulsuz, sınırsız, ne olursa olsun sevmek.. Tüm durumların ve olayların ötesinde sevmek.. 

İçimizdeki sınırsız, sonsuz sevgi hazinesinin anahtarı yine kendisi: sevgi.. 

Sevdikçe daha fazlasını bulacağız içimizde ve koşulsuz sevdiğimiz herkesin kendi içindeki sevgiyi görmesine yardım edeceğiz. Sadece bunun için buradayız, geriye kalan her şey kurguladığımız oyunun ayrıntıları :) 

5 Aralık 2011 Pazartesi

Gerçeği Gördüğümüzde

Yanılsamayı fark ettiğimizde, gerçeği gördüğümüzde, 
tüm karmaşanın içindeki düzeni, mükemmelliği gösteren anlayış geldiğinde,
kendiliğinden ortaya çıkan şefkat, 
bizi ve her şeyi kendi içimizden sarıp sarmaladığında, 
hissedilen sadece sonsuz sevginin içinde varoluşun coşkusu oluyor...

25 Kasım 2011 Cuma

Önce O Bedenin İçinde Kendini Mutlu Ve Huzurlu Hale Getir

Şu an bedenin senin evin, sen o evin içinde oturuyorsun. 
Önce o bedenin içinde kendini mutlu ve huzurlu hale getir. 
Çünkü ancak o evde gerçekten mutlu olduğunda, evi huzur ve sevgiyle doldurduğunda evin kapısı açılır ve sonsuzluğa adım atarsın..
Dışarıdan hiçbir şey beklemeden, dışarıdan gelecek herhangi bir şeye bağlı olmadan kendi içinde mutlu ve huzurlu olduğunda açılır ancak kapı ve daha önce kapılar kapalı olduğu için zaten dışarıdan beklediklerin de içeri giremez.. .Ve koşullara bağlı olmayan, sadece var olduğun için duyduğun mutluluk açar kapıyı, o zaman zaten tüm sonsuzluk dolar içine..

24 Ekim 2011 Pazartesi

Perde Kalktığında Yalnızca Sevgi'nin Gerçek Olduğunu Göreceğiz

Son günlerde yaşadıklarımız, gerçek doğamızı anlamamız, içimizi görmemiz ve ÖZ’ümüz olan SEVGİ’yi açığa çıkartabilmemiz için mükemmel fırsatlar sunuyor. 

Sözlerimizle hepimiz iyi olduğumuzu, sevecen olduğumuzu, şefkat ve sevgiyle dolu olduğumuzu söyleyebiliriz. Herkes ve her şeyle bir olduğumuzu, her olayın ve insanın bizi bize yansıtan bir ayna olduğunu, bizi gösterdiğini, biz olduğunu söyleyebiliriz. Her şey yolundayken ve herkes bize gülümserken kolaydır bu. Bu bilgiye sahibiz ve idrak ettik, sonsuz anlayışlı, şefkatli ve sevgi dolu varlıklarız sanabiliriz. Gülümseyen yüzleri, zarar gelmeyeceğinden emin olduklarımızı, iyi, güzel ya da doğru diye nitelendirdiklerimizi severek; herkesi ve her şeyi sevdiğimizi, her parçamızı, her yüzümüzü kabullendiğimizi, her halimizi kucaklayıp, biz olan bütünle barıştığımızı ve koşulsuz sevdiğimizi sanabiliriz..

İşte şimdi tüm bunları gerçekten kalbimizle hissedip hissetmediğimizi, aslında içimizde ne taşıdığımızı, gerçekte kim olduğumuzu gösteren, bilgiyi idrak noktasında nerede durduğumuzu en açık ve net haliyle söyleyen, artık kendimizi kandıramayacağımız devasa bir AYNA var karşımızda..

Bir an durup iyice bir bakalım o aynaya. Sevgiyle kabullenip dönüştürmediğimiz, bastırdığımız, yok saydığımız, görmezden geldiğimiz duygularımız ortaya çıktığında; gerçek biz nerede? Olaylar içimizdeki kini, düşmanlığı, nefreti, saldırganlığı ortaya çıkarttığında kimiz biz?

En saldırgan, kinle, hırsla dolu halimize dışarıdan bakalım. Yargıladığımız ‘KÖTÜ’den ne farkımız var?

Her gün daha da netleşen aynamız, içimizin en derinlerini görebilmemiz için, mükemmel bir olanak sunuyor. En detaylı geri bildirimleri alıyoruz yolculuğumuza dair.

Ve oyunumuzda her şey kusursuz. Olan her şey, koşulsuz kabulü deneyimleyebilmemiz, koşulsuz sevgiyi içimizin en derinlerine yerleştirebilmemiz için oluyor.

Ve tüm bunlar olurken, bu muhteşem oyun sahnelenirken; ölenin de öldürenin de, iyinin de kötünün de, haklının da haksızın da, yani rolünü kusursuz oynayan her parçamızın, tüm benliklerimizin, bize daha çok anlayış kazandırmak, şefkati ve koşulsuz sevgiyi deneyimlememizi, daha derin bir idrake ulaşmamızı sağlamak için seçtikleri rolleri takdir edelim : onları sevelim.. Oyun bitmek üzere.. Perde kalktığında yalnızca SEVGİ’nin gerçek olduğunu göreceğiz..

17 Eylül 2011 Cumartesi

Direksiyonu .Devralmak

Tanrı olduğumuzu, yaratıcı olduğumuzu, istediğimiz her şeyi yaratabildiğimizi ve şimdiye kadar yaşadığımız ve yaşayacağımız her şeyi kendimizin yarattığını, her şey olduğumuzu bildiğimiz halde, kabul etmekte, zaten olduğumuz şey gibi, bir tanrı gibi davranmakta ve yaşamakta neden bu kadar zorlanıyoruz?


Sanki bir arabanın içindeydik, şoför bölümü bir paravanla kapalıydı ve şoför arabayı nereye sürerse, yaşamımızı nereye yönlendirirse oraya gidiyorduk. Yanlış yollara, çıkmaz sokaklara girdiğimizde şoföre kızıyor, güzel bir yerlerden geçerken ona teşekkür ediyorduk. Sonra sürücü bölümüyle arka koltuğun arasını örten paravan kalktı ve bir baktık ki, şoför yok, aslında arabada bizden başka hiç kimse yok. 

Korkumuz bu yüzden mi? 

Arabayı kullanmayı ya da nereye gideceğimizi, ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı bilmediğimizi mi sanıyoruz? Geçtiğimiz tüm yollara, uğradığımız her durağa, şimdi olduğumuz yere bizi getiren kendimizden başkası değildi ki. Paravanın arkasını görmesek de yol alıyorduk…

Şimdi ellerimizin altında direksiyonu hissederek, açılan paravanın ardındaki yolu görerek ve nereye gittiğimizi bilerek devam edebiliriz bu yolculuğa.. Nereye gitmeyi seçersek, direksiyonu oraya çevirerek ve maceramızın tadını çıkararak.. Kim olduğumuzu bilerek ve sonsuzluğumuzu sığdırdığımız bu küçük, geçici oyunumuzda deliler gibi eğlenerek :)

1 Eylül 2011 Perşembe

Neden Sorun Yaşıyoruz?

Ne zaman daha çok sevgi, daha çok anlayış, daha çok bilgelik ve daha derin bir idrak istesem, belirgin bir sorunla karşılaşıyorum..

Halkının sorunlarından haberdar olmak ve onların gözünde gerçekte kim olduğunu bilmek, ülkesini nasıl yönettiğini görmek ve sorunlara çözüm bulmak için kılık değiştirip ülkesinin sokaklarında tebdili kıyafet gezen padişahlar gibi, içimin sokaklarında bir gezintiye zorluyor olaylar..

Apaçık ve net, en gerçek halimi görüyorum karşılaştığım insanlarda. İçimde ne varsa, dışarıda da o.. Her duygum bir insan olup çıkıyor karşıma.

Gerçekte padişah olduğunu, karşılaştığı insanların anlattığı tüm sorunların kendisinden kaynaklandığını ve çözüm bulmanın da yine kendi elinde olduğunu, her konuda son sözü söyleyenin ve her şeyi değiştirebilme  gücünün sadece kendisinde bulunduğunu, bu ülkeyi yönetenin kendisi olduğunu unutup, ona sorunları gösteren insanlarla kavgaya tutuşan padişah gibi, kendimle kavgaya başlıyorum önce.. Reddediyorum, yok sayıyorum, direniyorum, kabullenmiyorum vs.

Ta ki kılık değiştirdiğimi ve bu yolculuğa daha çok sevgi, daha çok anlayış, daha çok bilgelik ve daha derin bir idrak için çıktığımı hatırlayana dek.. Karşılaştığım her insanın kendim olduğunu, yaşadığım her olayın sorunlarımı çözebilmek için sahnelenen bir oyun olduğunu, her şeyi yapabilme gücüne sahip olduğumu, her şey olduğumu, bunun için de kim olduğumu hatırlayıp, kazandığım anlayış, bilgi ve bilgelikle içimdeki sevgi olan öze, sarayıma dönüp, her şeyi çözümleyebileceğimi, ne istersem yapabilecek güce sahip olduğumu hatırlayana dek..

Hepimiz içimizdeki gerçeği; her karar ve seçimde tüm  gücü elinde tutan padişah olduğumuzu simgeleyen kaftanlarımızı çıkarıp, tebdili kıyafet yaşıyoruz bu dünyada. Çünkü daha çok sevgi, daha çok anlayış, daha çok bilgelik ve daha derin bir idrak istedik.  Bir sorunla karşılaştığımızda, reddetmek, yok saymak, direnmek, sızlanmak, kendimize acımak ve aciz görmek yerine,  amacımız için kaftanımızı çıkardığımız yere; sarayımıza, içimizdeki sevgi olan öze dönüp gerçek kimliğimizi hatırlayalım.. Çünkü yaşadıklarımızdan kazandığımız her şeyi, sadece sevginin ışığında görebiliriz..

30 Ağustos 2011 Salı

THE SIR :)

Sır, sonsuzluğun bilgisini taşımasına rağmen çok basitti..

Sır, sonsuzluğun gücünü taşımasına rağmen, apaçık ortadaydı..

Sırrın en büyük sırrı SIR OLMAMASIYDI.. :D

HER ŞEY BİR..

Gerisi,  ''İlim bir noktadır, onu çoğaltan cahillerdir'' cümlesinde olduğu gibi, bu bilgiyi idrak etmek için çoğaltılmış düşünceler, deneyimler, duygular, cümleler vs..

Gerçek yine de hala tek.. Basit, açık ve net..

HER ŞEY BİR : Tüm sonsuzluk birbiriyle bağlantılı
HER ŞEY BİR: Hiç kimse ve hiçbir şey senden ayrı değil
HER ŞEY BİR: Ben senim, sen de bensin
HER ŞEY BİR: Sen her şeysin

Dilediğimiz gibi çoğaltabiliriz bu bilgiyi, idrak edebilmek için.  Kütüphaneler dolusu kitaplar yazabiliriz, okuyabiliriz; tek gerçeği söyleyen. Ömürler geçirebiliriz arayışla zaten olduğumuz şeyi bulmak için.. Varacağımız nokta tek:  HER ŞEY BİR..

Ve şu an burada, dünyada yaşadığımız her şey, bu bilgiyi, bu gerçeği idrak edebilmek için..

Ve bu öyle güçlü bir istek ki, acı çekmeyi, mutsuzluğu, suçluluğu, ayrılığı, korkuyu, nefreti, kıskançlığı, öfkeyi; içimizi yakan tüm bu duyguları yaşamayı göze alıyoruz. Bu öyle güçlü bir istek ki, gerçeği aramaktan hiç vazgeçmeyelim diye huzursuz senaryolar yaratıyoruz.

HER ŞEY BİR.. Bunu kalbimiz biliyor. Peki aklımızla idrak edip, bu gerçeği yaşayabilmek için daha ne kadar acı çekmemiz gerekiyor? : )

HER ŞEY BİR..  Ve o SEVGİ.. Yani sen, yani ben, yani her şey.. Her şey sevgi ve sen her şeysin..

Yürüdüğün yol, bastığın toprak, rüzgarda sallanan ağaçlar, böcekler, kuşlar, insanlar… yüzünü nereye dönsen gördüğün SEN’sin..  Ve SEVGİ’nin yüzü sana bakan..  Bırak içindeki ışık aksın sonsuzluğa.. Ne ışığı aramana, ne aydınlanmak için uğraşmana, ne kendini her şeyi sevmeye zorlamana gerek yok. Sen zaten O’sun; SEVGİ’sin, IŞIK’sın.. Sadece bırak ortaya çıksın.. Seni yoran aramak değil, kendini saklamak.. Mutsuzluğunun nedeni olduğun gibi değil, olmadığın gibi davranmak..

Kızgınlık, kıskançlık, nefret, kin, öfke, hırs çaba gerektirir. Haklı olmak, üstün olmak, en iyi olmak, yönetmek, yönlendirmek, kontrol etmek çaba gerektirir. Üzgün olmak, mutsuz olmak, suçluluk duymak, acı çekmek çaba gerektirir. Tüm bunları bıraktığında, vazgeçtiğinde, direnmediğinde, kabul ettiğinde kendiliğinden ortaya çıkar sevgi.  Hiç çaba göstermene gerek kalmadan çıkar ortaya. Ve sadece seversin.. O kadar çok seversin ki, sevmek bile diyemezsin buna, sadece OLMAK’tır yaptığın..

HER ŞEY BİR.. Ve o SEVGİ.. Yani sen, yani ben, yani her şey.. Her şey sevgi ve sen her şeysin..

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Kendini Bütün Olarak İfade Edebilmek

Bir pencerenin ardında durup, o pencerenin çerçevesinden dışarıya gözüktüğümüz kadarıyla tanımlıyoruz, ifade ediyoruz kendimizi; o pencereyle sınırlıyoruz.. Halbuki önünde durup dışarıyı seyrettiğimiz ve kendimizi dışarıya gösterdiğimiz, tanıttığımız pencerenin arkasında, yani arkamızda, yani içeride kocaman bir ev var, katlar, odalar var; arkamızı döndüğümüz, görmezden geldiğimiz.. Cesur olup tüm evi keşfedelim, açılmamış kapıları açalım, her odaya ayak basalım.. Temizlenmesi, düzenlenmesini istediğimiz odaları temizleyelim, düzenleyelim, istiyorsak eşyaları değiştirelim, evimizle barışalım.. Sonra koca evin tek bir penceresinden gözüken görüntümüzle değil, tüm evle ifade edelim kendimizi..

Kendimiz Olalım

Bir ziyafet sofrası gibi dünya, hepimiz varlığımızda ne getirdiysek onu koyalım masaya.. 
Bu sofrayı zenginleştirmek için buradayız, masada yer almamızın nedeni sahip olduklarımız, onlar her neyse..

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Kendimizin Tadına Bakmak

Her deneyim kendimizin tadına bakmak gibidir. Sonsuz malzemeyle dolu mutfağımızdan, seçtiğimiz malzemelerle oluşturduğumuz karışımı; kendimizi içeriz her deneyimle.. Yaşadığımız her olay, karşılaştığımız her insan, bizim karışımımızı sunar bize kendi kabında.. İçtiğimiz daima kendi karışımımızdır. Ancak böyle biliriz tadımızı. Ve eğer beğenmiyorsak da, varlığımızdaki karışımın malzemelerini değiştirmekte, azaltmakta, çoğaltmakta, çıkarmakta, yeni malzemeler eklemekte ve yepyeni bir tatla kendimizi yeniden yaratmakta her zaman özgürüz.

25 Haziran 2011 Cumartesi

Süper Mario

Süper Mario oynarken üç hakkımız olduğunu bilmek bize özgürlük ve güven verir. Bu yüzden tehlikeli bulduğumuz, zorlayan, korkutan bir bölüme geldiğimizde, orada öylece durup beklemeyiz; deneriz.. Geçeriz ya da bir hakkımızı kaybederiz veya ölürüz. Biliriz ki daha hakkımız var, yoksa da baştan başlarız. O bölüme geldiğimizde tereddüt etmeden devam ederiz, yine deneriz. Çünkü biliriz ki, maceranın devam etmesi için, bazen belki daha zor ama hep daha eğlenceli ve yeni bir şeylerin eklendiği, kuralların değiştiği vs. bölümleri oynayabilmek için, takıldığımız, zorlandığımız, korktuğumuz o bölümü geçmemiz gerekir. Ve en zor geçtiğimiz yerlerden en çok keyfi alırız hep...

Bazen aynı oyunu oynayan diğer insanlarla konuşuruz; bazen takıldığı yeri geçmesi için fikir veririz, bazen cesaret, bazen de ilerleyen bölümlerden bahsederek ilham veririz...

Oyunda ustalaştığımızda, sadece hayatta kalıp ilerlemek ve oyunu bitirmek için değil, daha çok puan kazanmak, bütün yetenekleri kullanmak ya da sadece yeni yollar denemek, daha önce geçmediğimiz yerlerden geçmek, denemediklerimizi denemek, yeni şeyler keşfetmek için oyuna baştan başlarız. Ya da oyunda öğrendiklerimiz ve yapılabilecekler hakkında bilgi veririz; Süper Mario'nun neler yapabileceğini, oyunu çözdüğümüzde fark ettiğimiz ve ortaya çıkardığımız tüm yeteneklerini ve bu kapasitesinin nasıl kullanılabileceğini anlatırız. Veya bu oyundan edindiğimiz deneyimler ve yaşadığımız hazla, yeni oyunlara başlarız..

Ve artık biliriz ki, bu oyunda asıl keyif veren şey; gerçek eğlence, ''prensesi ejderhanın elinden kurtardığımız o mutlu son'' değil, tüm oyunun amacı gibi gözüken o kurtarma anına gelene kadar, oyun boyunca yaşadığımız maceralardır...

Ve SEN şimdi, üç hakkı olan değil, ölümsüz, sonsuz olan, Süper Mario gibi tek tip değil, bir çok benzersiz beden seçeneğiyle, kumanda koluyla kontrol edip, ekrandan seyrettiğin değil, seçtiğin bedenin içine girip, her deneyimi, her zıplamayı, atlamayı, korkuyu, heyecanı, mutluluğu, sonmuş gibi ölümü, yani yaptığın her şeyi, her duyguyu hissederek yaşadığın, tüm oyun alanını, oyunun zorluk derecesini, engellerini, oyununun konusunu ve oyunun seviyelerini, uzunluğunu, amacını, her ayrıntıyı seçerek; tüm bunları dilediğin gibi planlayıp oluşturarak yarattığın oyunu oynadığının farkında mısın?

Ve bunu çok oyunculu planladığının, birden fazla bedenin içinde ve oyun alanında, kendinden dostlar ve düşmanlar, sevilenler ve sevilmeyenler, güzeller ve çirkinler, iyiler ve kötüler yaparak ve tam da planladığın gibi hepsinin aslında sen olduğunu unutarak, tüm bu oyunu yaratıp planlayan zihnini, her bedendeki SEN'in, sadece içinde bulunduğu bedeni kendisi sanması ve o bedendeki deneyimlerini algılamasını sağlayacak şekilde sınırlayıp,


ve yine de dileyen bedendeki parçanın oyunda ilerledikçe ya da kendi iradesiyle bu sınırlamayı aşıp, göle düşen bir taşın oluşturduğu genişleyen halkalar gibi, kendinde yarattığın bu dokunuşun, sonsuzluğun içinde sonsuzca dalgalanan iç içe geçmiş halkalar gibi oluşturduğu sonsuz yaratımları deneyimleyip, sınırlamayı aşan her parçanın, birinden diğerine genişleyip, dalgayı yaratan kendine doğru, her halkada birleşerek genişleyen ve yine de hala SEN’in sonsuzluğunun bir parçası olan zihninin o halkadaki bütünlüğe ulaşması ve böylece birleşen her halkanın o halkadaki tüm bilgiyi kapsaması ve bu bilişle giderek tüm oyunu yaratan zihnine katılarak yeniden sonsuzluğa dalgalanması için açık kapılar ve ipuçları bırakan, 

ve her SEN olan parçanın, o sonsuz zekanın, bulunduğu beden ve tüm sınırlamalar içinde muhteşem deneyimler yaşayarak, yarattığın oyununu; iç içe ve sonsuz kapsamlı, kusursuz bir düzen ve plan içeren, hem tamamlanmış, hem hiç başlanmamış, hem de hala kendini yaratmaya devam eden oyununu oynadığının farkında mısın?

17 Haziran 2011 Cuma

Senarist

Okuduğumuz bir kitabın filmi çekildiğinde, izlemek çok zevkli olur. 
Okurken gözümüzde canlanan görüntüleri, oluşan imajları izlemek, tarifi yapılan karakterleri, yerleri görmek keyif verir. Bulunduğumuz boyutta da kendi kitabımızın filmini izler gibiyiz, yazdığımız an.. 

İçimizdeki düşüncelerin, duyguların altındaki inançlarımızla yaratıp izliyor, hatta daha da eğlencelisi, onun içinde yaşıyoruz gerçek gibi.

Ve filmi durdurmak, ileri-geri sarmak, yavaşlatmak, hızlandırmak, DEĞİŞTİRMEK, yeni sahneler, yeni karakterler eklemek, çıkarmak; kendi rolümüzü de dilediğimiz gibi filmimizin içinde belirlemekte sonsuz özgürlüğe ve seçeneğe sahibiz. 

Tıpkı yazarın ya da senaristin yaptığı gibi, tüm olayları, tüm karakterleri kendi içimizden çıkarıp oluşturuyoruz, hepsi biziz. 

Yazarın onun ağzından hikayesini anlattığı ana karakterine düşmanca davranan, yine kendisinin yazdığı bir diğer karaktere kızgınlık duyması ya da başına gelenler için üzülmesi veya mutsuz hayatına içerlemesi ne kadar anlamlıysa, bizim de yaşadıklarımızda rol oynayan insanlara gücenmemiz, kızmamız, yaşadığımız hayattan şikayet etmemiz de ancak o kadar anlamlı :) 

Tadını çıkaralım, keyfini yaşayalım; hayalimizin, rüyamızın içinde yaşıyoruz daha muhteşem bir deneyim olabilir mi?

31 Mayıs 2011 Salı

Gulliver

Gulliver cüceler ülkesinde dev, devler ülkesinde cüce olduğunu fark etti. Eğer bu macerayı yaşamasaydı, aynı anda hem cüce, hem de dev olduğunu bilmeyecekti..
Tıpkı ağrıyan kolumuzu hiç kımıldatmadığımızda ağrıyı hissetmememizin, kolumuzun iyi olduğu anlamına gelmediği gibi.. Yaralarımıza hiç dokunmadığımız için acımamasının, o yaranın iyileştiği anlamına gelmediği gibi.. Arkamızı döndüğümüz için görmediğimiz şeylerin, artık orada olmadığı anlamına gelmediği gibi.. Tıpkı o duyguyu ortaya çıkaran deneyimleri yaşamadan, içimizdekileri bilemeyeceğimiz gibi.. 
Tıpkı birbirimiz olmadan gerçekte KİM olduğumuzu göremeyeceğimiz gibi..

22 Mayıs 2011 Pazar

Anı Yaşamak

Anı yaşamak, bir boş vermişlik, kayıtsızlık, önüne geleni bilinçsizce kabul edip yaşama, deneyim peşinde koşma, anı biriktirme durumu değil.. 

Anı yaşamak, dışarıda olanlarla değil, içimizde olanlarla ilgili.. 

Anı yaşamak bir algı durumu.. 

Kişisel bir deneyim.. 

Kişisel olmasına rağmen de, herkesi ve her şeyi BİR olarak algılayabilmeye genişleten bir deneyim.. 

Kendimizi her şeyden ayırdığımız ve kendimiz sandığımız illüzyon zihinlerimizden çıkıp, önce her şeye genişleyen ve sonra sonsuz zihnin BİR'liğine geri dönen, yaşayabileceğimiz, hissedebileceğimiz tek gerçeklik hali, tek gerçekten var olma duygusu.. 

Bu tek gerçeklik hali dışındaki her şey, illüzyonun içindeki zihinlerimizde beliren bir algı durumu.. 

İçinde bulunduğumuz durum ne olursa olsun bizim gerçeklik sandığımız, sadece algıladığımız şey.. 

Ve dilediğimiz gibi algılayıp o algının yaşattığı deneyimi dilediğimiz şekilde hissetmekte ve dilediğimiz ölçüde gerçek yapmakta özgürüz...

19 Mayıs 2011 Perşembe

Gençlik Ve Spor Bayramı

Başı ve sonu olmayan, adı üstünde SONSUZ olan sonsuzluğumuzda, yaş-sız ruhlarımızla bu oyunda yaş-lılığı deneyimlerken; sınırsız gökyüzüne sınırlar çizip bir ülkeye ait olma duygusuyla başlayıp ırklara, şehirlere, insanlara, aileye ait olma duygusunu deneyimlerken, yaşadığımız tüm güzelliklerin kalbimizdeki nedeni olan, oyunumuzu oynamayı seçtiğimiz yeryüzünün bu güzel ülkesinde BİR'lik ruhunun ateşini yakan ve en derinden yaşatan muhteşem varlık Mustafa Kemal ATATÜRK' e saygıyla, 19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramımızı coşkuyla kutluyorum :)

8 Mayıs 2011 Pazar

Oyun İçinde Oyun

İhtiyacımız olan tek şey inançtı..
Dinler bunu sağlamaya çalıştılar asırlarca.. Derin bir teslimiyet ve inanç..
Bunu başardık; asırlarca kendimizin dışında başka BİR şeye inandık, sığındık, teslim olduk.. Dua ettik, istedik, yargılandık, affedildik; en savunmasız, en yalnız, en çaresiz, en muhtaç olduğumuzu sandığımız zamanlarda dışımızdaki BİR şeyden yardım istedik..
Derin bir güven, derin bir teslimiyetle inandık ve bıraktık kendimizi.. İçinden çıkamadığımızı sandığımız her durumda korunduğumuzu, güvende olduğumuzu, kurtarılacağımızı bildik : İÇİMİZDEKİ DERİN İNANÇ SAYESİNDE..
Yalnız değildik, çaresiz değildik; mutlaka bir çıkar yol, mutlaka bir çözüm sunardı, dışımızdaki başka BİR şey; inandık.. Öyle içten, öyle derin, öyle sonsuz inandık ki, ağlayarak yalvardık bazen, bazen ağlayarak isyan ettik. Çünkü inandık..
Ve artık biliyoruz, derin inanç, sonsuz güven, koşulsuz teslimiyet nasıl olur..
Deneyimledik, hissettik, yaşadık, gördük, emin olduk, şüphelerimiz kalmadı..
İçimizdeki hazine odasını, inancımızı saklayan odayı genişlettik, temizledik, güzelleştirdik, aydınlattık.. İnanç orada oturuyor.. Dışımızdaki başka BİR şeye yönlendirsek de orada oturuyor; TANRI diye adlandırdığımız kavrama da, çamura bulanmış bir taşa da yönlendirsek içimizde oturuyor inanç..
Ve artık anladık ki, neye ya da kime yönlendirdiğimiz değil, inancın orada olması önemli olan..
Dışımızdaki BİR şeye yönlendirmemiz ya da neye yönlendirdiğimiz değil, o inancı içimizde taşımak ASLOLAN..
Dışarıdan yardım gelmiyor, dışarıdan çözüm gelmiyor, çünkü çıkış noktası içimizdeki inanç.. İçimizdeki inancı yok ettiğimizde, dışarıda hiçbir şey kalmıyor..İnanç varsa dışarıda BİR şey var yardım dilediğimiz.. İnancımız yoksa neyden, kimden isteyeceğiz? Dışarıdaki o isteklerimizi gerçekleştiren BİR şey, biz inanıyorsak var, inanmıyorsak yok.. Demek ki dışarıdan gelen bir şey yok.. Her şey içimizden geliyor..
Gerçek güç; dileklerimizi gerçekleştiren, bize yardım eden, sığındığımız, güvendiğimiz, yalvardığımız, yakardığımız, tartıştığımız, isyan ettiğimiz, yargılandığımızı düşünüp af dilediğimiz, her şeyi veren ve alan sonsuz büyük güç, içimizdeki inanç.. Yani kendimiz..
Asırlardır dinlerin içimizdeki inancı ortaya çıkarmaya, büyütmeye ve saf, koşulsuz hale getirmeye yardım etmesinin nedeni bu.. Koşulsuz inanç duymayı ve teslimiyeti öğrendik ve içimizdeki hazine odasında oturan İNANCIN gücünün, ait olduğumuz sonsuzluğun sonsuzluğunda her şeyi yaratabileceğini biliyoruz artık..
Sonsuz ve TEK olan bütünün içinde, her şeyle bağlantılı ve BİR olduğumuzu, içimizde taşıdığımız gücün, inancın BİR olduğunu biliyoruz artık..
Tüm bilginin, deneyimin, tüm yaşamların, varolan her şeyin, herkesin, hepimizin BİR olduğunu ve aynı büyük gücü: İNANCI taşıdığını biliyoruz artık..
Artık kim ve ne olduğumuzu biliyoruz.. 
Artık kurban kimliklerimiz geçerli değil.. Artık aciz rolünü bırakıp, parçası olduğumuz sonsuzluğun yaratım sürecinde BİLİNÇLİ YARATICILAR olalım..
Koşulsuz inancımızla, koşulsuz sevginin ışığında HER ŞEYİ yaratırken, sonsuz zekanın özgür iradesiyle kendi hayatlarımızı da yarattığımızı farkedelim..
Ve inanalım; içimizdeki güce, BİR olduğumuza ve inandığımız her şeyi yarattığımıza İNANALIM..
Sadece inanalım.. 
O zaman BİR oluşumuzun farkındalığıyla ''OL DEDİ OLDU'' gerçeğini, bilincini dünyada tezahür ettirebiliriz.
O zaman BİR oluşumuzu kalbimizde hissederek, her şey olduğumuzu bilerek, bedenlerimizde sınırsızlığı ve gerçek BİR'liği deneyimleyebiliriz.. 
O zaman buraya geliş amacımızı oyunumuzun muhteşemliği içinde gerçekleştiririz..
Hepimiz BİR'iz ve hiçbir zaman ayrı olmadık..
Gerçeğimize BİR'likte büyürken, her zaman ve her yerde varolduğumuzu, öyle olmasak da öyle inandığımız için sınırlılığı deneyimlediğimiz oyunumuzda, dilediğimiz ve seçtiğimiz rolü oynadığımızı hatırlama zamanımız geldi artık..
Olduğumuz şeyi ortaya koyma zamanı geldi artık..
Ve yeni bir oyun başlıyor..

6 Mayıs 2011 Cuma

Sahne

Her rolün kostümü saklı ruhumda
Birinden soyunur, birini giyerim her oyunda..
Bir SEN olurum, bir BEN olurum
Kendimi karşıma alır, SEN diye konuşurum..
Yukarıda gökyüzü, aşağıda denizim
Denize bakar gökyüzünü, gökyüzüne bakar denizi seyrederim
Kendime kilitlediğim sırlarım var benim..
Geceye dağılmış yıldızlar gibiyim
Kendimi görmek için karanlığı da seçerim..
Her rolün kostümü saklı ruhumda
Birinden soyunur, birini giyerim her oyunda..
SEN derim kendime, BEN olduğumu unuturum
BEN derim HER ŞEY’e, oyunu unutur ruhum..
Hem yazar, hem oynarım kendimi izlerken
Ve sahnede rolümü unuttukça
Hatırlatırım kendime, perdenin ardında gizliyken..

1 Mayıs 2011 Pazar

İçimdeki Tanrı

Sana geldim..
Ben senim
Kendini görmen için seninleyim..
Sana geldim..
Ben senim
Kendini sevmen için seninleyim..
Sana geldim
Önce ‘Hiç’im
Gerçeği görmen için seninleyim..
Sana geldim
Sonra ‘Her Şey’im
Sonsuzluğunu bilmen için seninleyim..
Sana geldim..
Ben senim
İçimdeki tanrıyı getirdim..

28 Nisan 2011 Perşembe

Gerçeğin Gelişi

Her Şey olmaya BİR kala geldi AŞK…
Ateşe vermeden önce BEN’i,
Ruhuma fısıldadı gerçeği..
Ve yanarken dedi ki:
Korkma! Ben Sen’im,
Ateşe verdiğim kendi benliğim..
Yanarken seninle iç içe,
Sen ve Ben karışacak birbirine…
Sonra üfledi ruhuma sonsuzluğun nefesini
Ve dağıldım hiçliğe,
Kaybettim bedenimi…
Kör, sağır, dilsiz ve bedensizken sonsuzluğun içinde
Kalbim gördü, duydu ve konuştu Bir’denBir’e...
Dedi ki: Sen HER ŞEY’sin
Her bedende ve her surettesin..
Dedi ki: Sen SEVGİ’sin
Sonsuz varoluşun sebebisin..
Sustu…
Ve sonsuzluğa dağılmış varlığım,
Hiçliğin içinde HER ŞEY oldu
Ve her şey BİR olup varoluşum AŞK oldu

22 Nisan 2011 Cuma

Ayna

Sendeki varlığımı bilebilmek için ayrı görüyorum seni.
İçimdesin ama, seni alıp dışarı koyuyorum ki,
seyredebileyim kendimi AŞK'la..

18 Nisan 2011 Pazartesi

Anahtar Deliği

Bakış açımızı, yani gökyüzü ve yeryüzünün arasına dayadığımız gözümüzü, o anahtar deliğinden çekip, kendimizi o anahtar deliğinde döndürerek sonsuzluğun kapısını açmadığımız sürece hiçbir şey göremeyiz.

16 Nisan 2011 Cumartesi

Sürekli ‘Ne Yesem?’ Sorusu Takılıysa Aklında..

Eğer hiç doymuyorsan ve sürekli açlık hissediyorsan,
Sürekli ‘ne yesem’ sorusu takılıysa aklında,
Sürekli abur cubur yeme, bir şeyler atıştırma ihtiyacı duyuyorsan,
Gerçekten aç olan birinin karnını doyur.
Birebir yapamıyorsan bunu, 
Yemek yediğin yere iki kişilik ödeme yap ve aç olan birine yemek vermelerini iste.
Ekmek alırken fazladan para öde ve ihtiyacı olan birine vermelerini söyle.
Sabah simit alırken birkaç tane fazla alıp, paketiyle bırak bir yere..
Kapıya gelen herhangi birine,
En azından su vermeyi teklif et..
Sokak hayvanlarına su ve yiyecek ver..
Hiçbirini yapamıyorsan kuşlara yem at, bir karınca yuvasına bir parça bisküvi bırak.
Bir ağaca, çiçeğe, herhangi bir bitkiye su ver..
Hepimiz BİR’iz..
Şu an dünyada açlık çeken kim varsa o SEN’sin..
Ve gerçekten aç olan milyonlarca miden varken, sen nasıl tok hissedebilirsin?
Doymayışın bu yüzden, aç olmadığın halde yeme isteğin bu yüzden.
Tüm o ‘ne yesem’ duygun ve mideni tıka basa doldurma isteğin bu yüzden..
Bu anlarda kendini yakala,
Ve gerçekten aç olan birinin karnını doyur,
En azından bir süre gerçekten tok hissedeceksin...

Hazır mısın?

Tanrı sonsuz sevgidir, her şeyin ondan varolduğu..
Olmayan ve olan tanrıdır.
Olmuş ve olacak olan tanrıdır.
Her şey tanrıdır.
Onun dışında olduğunu düşünmek ne büyük kibir,
Ve böyle düşünsen de yine O’sun
Kendinden çıkabilir misin kendini reddetsen de?
Onun içinde olduğunu bilmek ne büyük onur,
Kendini kabul edebilir misin,
Her şeyin sen olduğunu bilsen de?
Kendini sevebilir misin,
Aşkın ve gülümseyişin
Savaşın ve kanlı vahşetlerin de sen olduğunu bilsen de?
Çaresizce kendinden kaçmaya çalışmadan
Yarattığın her şeyle yüzleşebilir misin?
Alabilir misin sorumluluğunu her şeyin?
Sen olan sevgiden neler yarattığına
Dönüp coşkuyla bakabilir misin?
Gördüklerini beğenmediğinde,
Ben yazmadım ki demeyi bırakıp
Yeni bir hikayeye başlayabilir misin?
Maskeli balo bitmek üzere
Hazır mısın kendin olmaya?
Çırılçıplak sahaya atlayabilecek misin? :)

14 Nisan 2011 Perşembe

Merhaba :)

Bilim adamları aslında zihnimizin içinde yaşadığımızı söylüyor.
Eğer ben kendi zihnimde yaşıyorsam ve burada sen de varsan, o halde sen benim zihnimdesin.
Eğer sen kendi zihninde yaşıyorsan ve orada ben varsam, o halde ben senin zihnindeyim.
Eğer ikimiz de birbirimizin zihninde yaşıyorsak, bu ikimizin zihninin tek bir yer olduğu anlamına gelir.
Eğer tek bir zihin varsa ve ikimiz de orada yaşıyorsak, bu benim hem sen, hem de ben olduğum anlamına gelir ve senin de hem ben, hem de sen olduğun anlamına gelir.
O halde biz tek bir zihnin içinde yaşayan aynı kişiyiz.
Merhaba :)

13 Nisan 2011 Çarşamba

Uçurumun Kenarında Yaşayan Adam

Bir zamanlar bir adam varmış. Bu adam bir uçurumun kenarında yaşar ve sesini duyan herkese, gelip bu uçurumdan aşağı atlamasını, çünkü uçabileceğini ve eğer atlarsa bunu görebileceğini söylermiş.
Bazıları adamın suratına bakar ve saçmaladığını, insanların uçamayacağını söylermiş.
Bazıları adamın deli olduğunu düşündükleri için ona acırmış.
Bazıları burada boş yere beklediğini ve insanları ikna etmeye çalıştığını, çünkü kimsenin böyle bir aptallığı yapmayacağını söylermiş.
Bazıları, ya bir inanan olur da atlarsa, ölecek ve sen bunun sorumluluğunu nasıl alıp, ne cesaretle böyle konuşuyorsun deyip kızarlarmış.
Bazıları orada durup kendi aralarında saatlerce tartışır, adamın neden buna kafayı taktığını, onun bu hale gelmesine neyin sebep olmuş olabileceğini bulmaya çalışırlarmış.
Bazıları beklermiş sadece, bir atlayan olur belki ve ben de gerçek olup olmadığını böylece anlayabilirim diye. Hatta bu yüzden adama destek olurlarmış konuşurken. Doğru söylüyor, deneyin ve görün, derlermiş kendi içlerindeki korkuyu saklayarak, ama merakı yenemeyerek.
Bazıları adamı görmezden gelirmiş, çünkü onların saçmalıklara ayıracak zamanları yokmuş.
Bazıları sürekli sorular sorarmış, nasıl atlayacağım, tam olarak hangi açıyla ve uçurumun neresinden? Peki atladıktan sonra nasıl durmam gerekiyor, kendimi serbest mi bırakayım, kollarım ve bacaklarım hangi pozisyonda durmalı? Uçabileceğimden emin misiniz?
Bazıları, cevap vermeyen adamın yerine, bu sorulara teknik açıklamalar getirmek, cevaplar vermek için yarışırlarmış birbirleriyle ve hepsi kendi tekniğinin doğru olduğundan eminmiş.
Gel zaman git zaman uçurumun kenarı iyice kalabalıklaşmış, adam ve uçurum hakkında konuşanlar, tartışanlar, merak edenler çoğalmış.
Bazıları adam hakkında yazılar yazmış, bazıları uçurum hakkında, bazıları nasıl atlanacağı hakkında, bazıları atlandıktan sonra ne yapılacağı hakkında, bazıları da atlandıktan sonra ve yapılması gerekenler yapıldıktan sonra ne yapılması gerektiği hakkında ve bazıları da sadece atlama fikri hakkında yazılar yazmış.
Ama adam tüm bunların hiçbirini umursamadan, orada öylece durup, siz uçabilirsiniz, gelin ve atlayın aşağı, o zaman göreceksiniz, demeye devam etmiş...

Not: Bu tamamen uydurma bir hikayedir.
Not2: Hangi hikaye yaşanmadan önce uydurulmamıştır ki? :)

12 Nisan 2011 Salı

Yargı

Başkaları anlamıyor.
Başkaları bilmiyor.
Ben farkındayım ama herkes farkında değil.
Ben elimden geleni yapıyorum ama insanlara anlatamıyorum.
Ben uyandım ama birçok insan uyuyor.
Benim düşüncelerimi bilinci açılmayanlar anlamıyor.
Onlar hala üçüncü boyutta yaşıyor…

SEN kaçıncı boyuttasın peki bu yargılarla?
İçine değil dışına odaklıyken gerçeğin neresindesin?
Gerçek şu ki SEN’den başka HİÇBİR ŞEY YOK..
Olan olmayan, söylenen söylenmeyen, anlaşılan anlaşılmayan,
Bilinen bilinmeyen, uyuyan uyanan,
3. boyutta yaşayan, 10. boyutta yaşayan, boyutsuz olan,
İyi kötü, güzel çirkin ne varsa HEPSİ SEN’sin..
Başkaları sandığın kendi görüntülerinde ortaya çıkan yargılarını bırak
Ve kendine bir daha gerçeğin aynasında bak…

8 Nisan 2011 Cuma

BİR MASAL

BİR zamanlar sürekli çalan sonsuz BİR şarkı vardı..
Ve hepimiz o şarkının içinde yaşardık..
Gösteri zamanı geldiğinde,
Şarkıyı notalara ayırdık..
Hala hepimiz tüm şarkıyı taşısak da içimizde
Sahip olduğumuz notanın sesinden büyülendik birden bire..
İstedik ki BİR AN, sadece BİR AN sussun şarkı,
Ve sadece sahip olduğumuz o tek notanın sesini duyalım..
İçinde yaşadığımız şarkıyı unutup, sadece o tek nota olalım..
Ve sakladık kendimizi notalara,
Şarkıyı duyamaz olduk, hala içinde yaşasak da…
Sonra giderek dağıldı notalar,
Ve kimimiz yerimizi, kimimiz sesimizi,
Kimimiz de içimizde taşıdığımız notayı kaybettik…
Hala içinde yaşasak da şarkının,
Duyamadıkça inkar ettik..
Zaten aradığımız şarkıda kaybolduğumuzu,
Aradığımızın içinde olduğumuzu hatırlayanlar da oldu;
Dediler ki, ‘‘önce herkes kendi içindeki kayıp notayı bulsun
Bir araya gelelim ve herkes sadece kendisi olsun..
Her hatırlayan notasını çaldıkça,
Bu ipucu olacaktır tüm unutanlara..
Şarkıyı duyacağız yeniden
Ama ancak hepimiz kendi notamızı hatırlayıp çaldığımızda..
Ve eklediler,
Asla kayıp değil şarkı ve hiçbiriniz aslında kaybolmadı,
Şarkı kendini zaten böyle yazmıştı..’’
Sonra sustular…
Ve giderek çoğaldı hatırlayanlar
Kendimiz olup içimizdeki notayı çaldıkça
Şarkı yavaş yavaş duyulmaya başladı
Ve duyanlar şarkının içinde yaşadığımızı hatırladıkça
Şarkı yeniden yazılmaya başladı,
Çünkü içinde yaşadığımız şarkı da,
Bir başka şarkının içinde yaşamaktaydı…
Ve şimdi hazırlandığımız yolculuk,
Tek tek şarkılar olarak,
Tüm şarkıların içinde yaşadığı orkestrayı anlamaktı..

7 Nisan 2011 Perşembe

Suyun İçinde

Suyun içinde çok uzun süre kalınca, ıslak olduğumuzun, suyun içinde olduğumuzun farkındalığı kaybolur ya.. ve hatta uyuşan kollarımızın, bacaklarımızın vs. başka varlıklar olduğunu sanmaya başlamışken kendiMe diyorum ki: Hey sen suyun içindesin ve bu sadece SEN'sin.. Sonra suya dağılıp anlıyorum ki, aslında su da BEN'im :)

6 Nisan 2011 Çarşamba

Varoluşa Aç Kendini

Varoluşa aç kendini; VAR’lığına…
Önce bedeninin içini doldur ki taşabilesin,
Dışında (gibi) gözüken sonsuzluğa…

5 Nisan 2011 Salı

Varlıkla Yokluk Arasında Bir Düşüm Ben

Varlıkla yokluk arasında bir düşüm ben..
Bazen uyanır yokluk olurum,
Bazen uyur varlık olurum..
Kendimden yapılma bir boşluğun içinde
Döne döne kendimi arar dururum..
Buldukça kaybolurum,
Kayboldukça her şey olurum..
Hiçliğin gözlerinden bakıp kendime
Her şey oluşuma hayran olurum..

4 Nisan 2011 Pazartesi

Korku

Bazen gece bir kabus görürsün ve çok korkarsın, uykundan uyandırır seni bu korku.. 
Uyanırsın ama hala karanlıktır ve korkmaya devam edersin..
Oysa sabah olduğunda ve güneş doğup aydınlattığında her yeri, gece gördüğün kabusu ve ne kadar korktuğunu hatırlar, korkuna anlam veremezsin.. 
Neden bu kadar korktuğuna gülersin..
İşte şu an yaşadığın korkular da böyle.. 
Hiçbiri gerçek değil ve güneş doğup aydınlattığında her yeri, neden bu kadar korktuğuna güleceksin :)

3 Nisan 2011 Pazar

Neden Buradayız?

Buraya iyi bir eş, iyi bir anne-baba, iyi bir çocuk, abi, abla olmak için gelmedik..
Buraya iyi bir çalışan, iyi bir arkadaş, iyi bir sevgili, iyi bir komşu vs...... olmak için de gelmedik.

Buraya sadece KENDİMİZ olmak, olabilmek için geldik.

Bunu başardığımızda zaten HER ŞEY olacağız..

Hepimiz sonsuz BİR’liğin içinde, ama kendi zihnimizin içinde dönüp duran, duygularımızın yörüngesine asılı BİR dünyada yaşıyoruz.

Yani hepimiz KENDİ dünyamızda yaşıyoruz. Ve o dünyada BİZ’den başka hiçbir şey yok.
Oyunu oynayabilmek için, dilediğimiz gibi görmeyi seçtiğimiz, dilediğimiz gibi roller verdiğimiz, başkaları dediğimiz, zihnimizde yarattığımız insanlar var.
Benim dünyamda anne rolü verdiğim insan, belki senin dünyanda yoldan geçen biri.
Benim dünyamda baba rolü verdiğim insan, belki senin dünyanda iyi bir dost.
Benim dünyamda sevgili rolü verdiğim insan, belki senin dünyanda nefret ettiğin biri.
Benim dünyamda kardeş rolü verdiğim insan, belki senin dünyanda hiç var olmadı, tanımadın bile.

Yani zihinlerimiz de (dünyalarımız da) iç içe geçmiş durumda, ki zaten tek bir ZİHİN var.

Kimiyle çok yakın, kimiyle çok uzak.. Bazılarıyla kesişmiyor bile, örn. Amerika’da yaşayan Daniel adlı kişi, benim için hiç varolmadı, çünkü dünyamda yok.
Eğer ben zihnimde, yani dünyamda onu yaratırsam, bir şekilde girecek dünyama. Ya da ortak zihine, ortak bilince, BİRLEŞİK ALAN’a ulaşmayı başarırsam varlığını bileceğim. Ama bu KENDİMi BİLME bilinci şeklinde ortaya çıkacak, çünkü zaten BEN’den başka hiçbir şey olmadığını deneyimleyeceğim.

Sonuç olarak şu an yaşadığın, içinde bulunduğun, ama aslında zihninin içinde bulunan dünyada SEN’den başka kimse yok..
Tek bir zihnin, özgür yaratıcısısın sen.
Kendi yaratımlarına esir olma, dünyana bir bak, her ne varsa, kim varsa sen yarattın.
Seni engelleyenleri de, seni destekleyenleri de, sevdiklerini de, sevmediklerini de..
Ve hepsi, her şey, tüm yaratımların, sadece KENDİN OLABİLMEK içindi.
Şimdi bir daha bak zihnine, yani etrafına, dünyana..
Bunu engelleyen her ne varsa şimdi değiştirme vaktidir.
Ama oyunu böyle oynamak daha eğlenceli benim için hala diyorsan, sen bilirsin..
Ben de kendi kendime yazıyordum zaten :)

2 Nisan 2011 Cumartesi

Ben Sende Saklıyım


Karanlık da benim, aydınlık da...
Gülüşündeki mutluluk,
Ve sustuğun zamanki hüzün benim..
Dursan durduğun yerdeyim, gitsen gideceğin yerde,
Dönsen geçmişindeyim;
Aradığın da benim, bulduğun da benim ve kaybettiğin de..
Ben sende saklıyım
Gördüklerin de benim,
görmediklerin de..
Asıl olan da benim, sureti de,
Ayna da benim, sırrın içindeki de..

29 Mart 2011 Salı

Hem İçindesin Kendinin, Hem de Dışında

Sen ne güzelsin farkında mısın?
Ve ne muhteşem bir düzen bu, her şeyde kendini görmek... 
Kaldır başını bak, pırıl pırıl masmavi bir gökyüzüsün, yemyeşil bir ağaç, kıpkırmızı bir gül, bastığın topraksın.. 
Her gülüşte, her bakışta, her bedende sen varsın.. 
Sen her yüzde, her surette AŞK’sın…
Uzak da sensin yakın da, varlık da sensin, yokluk da.. 
Hem içindesin kendinin, hem de dışında..

28 Mart 2011 Pazartesi

Ne Düşünüyorsun?

Düşüncelerin kütlesinin olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır. 
Ve kütlesi olan her şey madde olarak tanımlanır. 
Madde, doğası gereği çıktığı kaynağa geri döner, dönmek zorundadır, bu değiştirilemez evrensel bir yasadır. 
Yani bu da demek oluyor ki, şu an ne düşünüyorsanız o size geri dönecektir :)

27 Mart 2011 Pazar

Önüm Arkam İçim Dışım Sobe Saklananlar Körebe

Korkma, anlat hikayeni
Her yalan kendi gerçeğini bulur zamanla
Ve bir gün her gerçek yalana dönüşür nasıl olsa…
Korkma, dök içini
Böyle dinleyen bulamazsın bir daha
Gerçeği yalana,
Yalanı yaşamına karıştırıp anlat, susma!
Kendi içine dön, gölgene sığınıp saklanma
Utanma duygularından, utanma!
Hayat hep özgürdür aslında, düşler gibi
Biz düş kurabilmek için kandırdık kendimizi
Sonra kendimiz de inandık kendi yalanımıza
Ve kaptırdık kendimizi bu ilginç oyuna…
Korkma anlat, hepimiz körebeydik bir zamanlar
Kendimizi aradık gözlerimizi açmadan
Ayrıldık ve saklandık kendi ruhumuzdan
Sonra karanlığa alışıp,
Korktuk kendimizi bulmaktan…
Korkma, hatırla bildiğini ve dök bana içini
Asla oynayamazsın artık bu oyunu eskisi gibi
Çık artık saklandığın yerden ve yeni bir oyun yarat
Hepimizi sobeledi gizlice, bu şakacı hayat…

20 Mart 2011 Pazar

Harita

Kutsal bir haritanın kayıp parçaları gibiyiz..
Ruhumuzda saklı o parçayla doğarken,
Diğer tüm kayıp parçaların boşluklarını da taşıyoruz içimizde..
Kendi saklı haritanı bulsan bile,
Tüm varoluşu; kutsal haritanın bir parçası olan tüm varlıkları tek tek içindeki boşluklara yerleştirmeden harita tamamlanmayacak…
Ve sen ruhunda taşıdığın parçayı ortaya çıkaramadığında da, hepimizin içinde senin boşluğun kalacak…

12 Mart 2011 Cumartesi

ŞİFA ENERJİNİZİ KULLANIN

Doğal olarak sahip olduğumuz şifa enerjisini hepimiz, kendimiz dahil dilediğimiz varlığa; mekana; zamana; duruma; duyguya; hastalığa; artık dünyada olmayan ruhlara; bitkilere; toprağa; geçmişe ve geleceğe; kısacası HER ŞEY’ e yönlendirebiliriz…

Bunu yapmak bizden hiçbir şey kaybettirmez, eksiltmez, enerjimizi düşürmez, yormaz, sıkıntı yaratmaz. Sadece sonsuz enerjiyle zaten var olan bağlantımızın gücünü etkin bir şekilde kullanmış oluruz.

Ayrıca uygulamamız sırasında şifa enerjisini normalden daha güçlü bir şekilde çekip, dilediğimiz yere yönlendirirken kanal vazifesi yapmış oluruz. Bize gelip bizden akan yoğun enerji doğal olarak bizi de şifalandırmış, arındırmış olur.

Nasıl yapacağımıza gelince, sadece isteyerek ve öyle olduğunu düşünerek; imgeleyerek..

Gözleriniz açık ya da kapalı, uzanarak ya da oturarak, karanlıkta ya da aydınlıkta, yani nasıl rahat ediyorsanız ve konsantre  olabiliyorsanız o pozisyonu alın ve rahat ettiğiniz ortamı sağlayın. Zaten birkaç denemeden sonra herhangi bir ortamda ya da zamanda rahatlıkla bu konsantrasyonu sağlayabileceksiniz. Özel bir ortama gereksiniminiz olmayacak. Ve bunun tek bir yolu ya da yöntemi olmadığını da bilin, tamamen size özel. Denedikçe kendi yönteminizi bulacaksınız.

Size özel (her nasılsa ) ortamı sağladıktan sonra, IŞIK’ ı çağırın. Bu ‘’çağırma’’ ifadesi konsantrasyon ya da ritüele başlama işareti gibi bir tanımdır. Kendi  ifadelerinizi de, içinizden geldiği gibi, söyleyebilirsiniz. Genel bir şifalandırma için beyaz ışığı kullanabilirsiniz. Yeşil ışığın hastalıkları iyileştirme, pembe ışığın sevgi ve şefkat gücünün olduğunun söylendiği gibi, her rengin başka amaçlarla kullanıldığı bilgisi de var. Dilerseniz bu konuda internetten ayrıntılı bilgi elde edebilirsiniz. Ama önerim, şimdilik bu ayrıntılara çok girmeden; kafanızı karıştırmadan; araçları amaç edinmeden; ruhunuzun sizi yönlendirmesine izin vererek, içinizden geldiği gibi uygulama yapın..

IŞIK’ ı çağırdıktan sonra içinize dolduğunu imgeleyin. Dilerseniz her aldığınız nefesle ışığı içinize çektiğinizi ve yavaş yavaş tüm vücudunuzun ışıkla dolduğunu imgeleyin. Örneğin kalbiniz dolsun önce, sonra yavaş yavaş karın bölgeniz, bacaklarınız, ayaklarınız, kollarınız, boynunuz ve başınız dolsun ışıkla.Ve tüm vücudunuz dolduktan sonra taşsın bedeninizin her yerinden ışık, bulunduğunuz odaya yayılsın, sonra evinize, apartmanınıza, mahallenize, yaşadığınız ile, bulunduğunuz bölgeye, ülkeye, dünyaya, sonsuzluğa.. Ne kadar genişletmek isterseniz, o kadar genişleyecektir ışığınızın alanı. Dilerseniz sadece sizde kalsın..

Dışarıdan görün kendinizi: tamamen ışıkla dolusunuz, bedeninizden taşıyor ışık. Eğer genişlettiyseniz odanızın pencerelerinden taşıyor ışık. Dışarıdan bakın, eviniz, apartmanınız tamamen ışıkla kaplı. Yukarıdan bakın, mahalleniz ışıkla dolu, daha yukarıya çıkın, yaşadığınız şehir parlıyor ışıkla. (Gözünüzün önüne harita getirmek yardımcı olabilir bu noktada.) Ve giderek bulunduğunuz şehirden yayılıyor ışık; tüm şehirlere, tüm ülkeye. Yaşadığınız ülke tamamen ışıkla kaplı, parlıyor. Sonra diğer ülkelere yayılıyor yavaş yavaş ve tüm dünya ışıkla kaplı artık. Yukarıdan bakıyorsunuz. Mavi dünyamız, güzel gezegenimiz ışık saçıyor evrene. Ve giderek tüm evreni dolduruyor ışık, sonsuzluk tamamen aydınlanıyor. Her şey ışık ve sevgi dolu..Ve siz her şeysiniz. Tüm sonsuzluk sizsiniz. Her şeyi içine alan O ışık sizsiniz…

Dilediğiniz kadar kalın bu sarhoşlukta.. Bir süre sonra sızıp, akşamdan kalma dünyada açacaksınız gözlerinizi :)

Işıkla dolma yöntemini dilediğiniz gibi değiştirebilir ya da geliştirebilirsiniz. Örneğin koltuğunuzda otururken veya  arabada, otobüste, uçakta giderken, ışık küresinin içine girdiğinizi ve o kürenin giderek genişlediğini, bulunduğunuz aracı da içine aldığını ( uçaktan ya da trafikten korkanlar için) imgeleyebilirsiniz. Ya da ayaktayken veya yürürken ışık huzmesinin başınızın üzerinden içinize dolduğunu ve ayaklarınızdan taşıp bastığınız yere genişleyerek yayıldığını ve toprağa, oradan dünyanın merkezine ulaşıp, orayı tamamen ışıkla doldurduktan sonra, yeryüzüne çıkarak tüm yeryüzünün, toprağın, yürüdüğünüz yolun, alttan gelen ışıkla parladığını, toprağa bağlı olan tüm bitkilerin, ağaçların dallarından, yapraklarından taştığını ve tüm dünyayı kaplayarak aydınlattığını  imgeleyebilirsiniz.

Başka bir insana göndermek istediğinizde de bu yöntemleri ya da yine size özel teknikleri uygulayabilirsiniz. Örneğin, kalbinize doldurduğunuz ışığı küçük küreler ya da kocaman bir küre haline getirip, istediğiniz kişiye gönderdiğinizi ve ona ulaşan bu ışıkla dolu kürenin, o insanın kalbine girerek orada patladığını :) ve tüm bedenini ışıkla doldurduğunu imgeleyebilirsiniz. Aynı şekilde sevginizi gönderdiğinizi de imgeleyebilirsiniz. Ya da sevdiğiniz kişiyi hayal ederek  sizin kalbinizden çıkıp onun kalbine bağlanan bir ışık hattı imgeleyebilirsiniz. Bütün bedeniniz ışıkla dolu ve sizin kalbinizden çıkan ışık bu bağlantı yoluyla onun kalbine doluyor. Ve yavaş yavaş onun kalbinden tüm bedenine genişliyor, o da tamamen ışıkla kaplı şimdi ve onun kalbinden de size ışık geliyor. Bu ışık hattı sizi tamamen BİR kılıyor. Işığınız bedenlerinizden genişleyerek ikinizi içine alan bir ışık küresi oluşturuyor. Ve o kürenin içinde ikiniz de bedenlerinizden soyutlanarak birbirinize karışıyor ve ışığa dönüşüyorsunuz…

Hasta bir insana ya da sıkıntıda olan, zor günler geçirdiğini düşündüğünüz yakınlarınıza, hastanede yatan dostlarınıza da ışık göndererek yardım edebilirsiniz. Örneğin hasta yatağında yatan o kişiyi imgeleyerek, onun her nefeste ışıkla dolduğunu ve her nefes verişte de, vücudundaki hastalığı dışarı üflediğini imgeleyebilirsiniz. ( Beyaz ya da yeşil ışığı her nefes alışta içine çektiğini, her nefes verişte de siyah ışığın vücudundan çıktığını imgelemek yardımcı olabilir belki.) Ya da ışık küreleri gönderip, onun başından aşağı küredeki ışığın aktığını, onu, odasını vs. doldurduğunu imgeleyebilirsiniz. İçtiği ilaçları minik ışık tanecikleri olarak düşünebilirsiniz. İçtikten sonra tüm bedenine yayılan sıkıştırılmış ışık tanecikleri :)

Geçmişinize ya da geleceğinize de ışık gönderebilirsiniz. Yaşadığınız üzücü bir olayı hatırladığınızda, o ana zihninizde tamamen geri dönerek, yani tüm gücünüzle her ayrıntıyı gözünüzde canlandırarak, bulunduğunuz mekanı, kendinizi, etrafınızdaki insanları ışıkla doldurabilirsiniz. Tek tek düşünmek yerine, gözünüzde canlanan resmin bütününü ışıkla doldurun. Ve olaya dahil olan her insanı da ışıkla doldurduğunuz için, hepinizin gözlerinden, ellerinden, ağzından yani tüm vücudunuzdan ışık taşıyor, ışıyorsunuz yani.. Kötü bir söz söylemiş ya da duymuşsanız, konuşan kişinin konuşurken ağzından ışık çıktığını ve sözlerinin de o ışık yoluyla ve ışıkla dolu olarak size ulaştığını imgeleyin.. Herkesin mutlu ve gülümseyen bir ifadede olduğunu, birbirinize sevgiyle baktığınızı ve ışıyan bedenlerinizle birbirinize sarıldığınızı imgeleyin..Örneğin bir trafik kazası geçirmişseniz, çarpışma anını bir ışık patlaması olarak imgeleyin. Sonrasında sizi ve oradaki herkesi içine alsın açığa çıkan bu ışık. Dalga dalga yayılarak bu güne, şu ana ulaşsın..

Ya da yarına, bir ay sonrasına, sınav gününüze, düğününüze, iş toplantınızın olduğu güne ve tüm bu mekanlara da ışık gönderebilirsiniz. Dilerseniz o günün geldiğini ve sabah yataktan kalkan kendinizi imgeleyerek o andan itibaren tüm günün resmini ışıkla doldurabilirsiniz. Ya da toplantı masanızdaki kendinizi ışıkla doldurup ışıyan bir bedenle ve gülümseyen bir yüzle orada oturduğunuzu ve çok iyi hissettiğinizi imgeleyebilirsiniz. Ya da işe giderken yolda iş yerinize ışık gönderip, oranın tamamen ışıkla kaplı olduğunu ve sizin de iş yerine adım attığınız andan itibaren o ışığın içine girdiğinizi ve mutlulukla dolduğunuzu imgeleyebilirsiniz. Sizin üstünüz olan çalışanlara ışık gönderip, onun ışıyan bir bedenle ve gülümseyerek, tamamen ışıkla dolu odada masasında huzurla oturduğunu imgeleyebilirsiniz (işe geç kaldığınızda çok işe yarıyor:P ).  Hatta önümüzdeki tüm bir aya, tüm yıla, yıllara, tüm yaşamınıza da ışık gönderebilirsiniz. Gözünüzün önüne takvim getirmek bunu kolaylaştırabilir. Böylece bulunduğunuz anı çıkış noktanız yaparak, takvimde geçmiş günleri, yılları ve gelecek günleri, yılları ışıkla doldurabilirsiniz. Tek tek yanan ışıklar gibi, tarihi gösteren her rakamı aydınlatabileceğiniz gibi, ay ay ya da yıl yıl veya onar yirmişer vs. yıllık bölümlere ayırdığınızı imgelediğiniz rakamlara da ışık gönderebilirsiniz. Böylece sadece sizin için daha özel olan anıları ya da beklediğiniz gelecek günleri tek tek, geri kalan zamanları da takvim imgeleme yöntemiyle kolayca ışıkla doldurup şifa enerjisi gönderebilirsiniz. Ya da bunların hepsini kendinize özel bir yöntemle herhangi bir şekilde de yapabilirsiniz.

Aramızdan ayrılmış varlıklara da aynı şekilde ışık gönderebilirsiniz. Onlar sadece başka bir boyuttalar. Her ne şekilde imgelemek istiyorsanız, o imgeye ışık gönderin. Bu konuda örnek vermem yanlış olabilir.

Işıkla dolma ve ışık gönderme imgelemelerinizi (dilediğiniz yöntemle) sık sık yaptıkça, her ortamda uygulayabileceksiniz. Örneğin hastanenin önünden geçerken tüm hastane binasını ışıkla doldurup, pencerelerden taşan ışığı görebileceksiniz ya da trafikte karşılaştığınız ambulansı ışık küresiyle çevreleyip, gözlerinizi kamaştıran bir parlaklık yayarak yol almasına tanık olacaksınız. Haberleri izlerken içinizi acıtan olaylara ya da insanlara hemen o an ışık göndereceksiniz. Yolda gördüğünüz, zor durumda gözüken insanlara ışık gönderip, onlar ışıkla dolarken gülümseyeceksiniz. Hayvanlara, bitkilere ışık gönderip aranızdaki enerji bağlantılarını daha iyi hissedeceksiniz. Telefonunuzu, mail kutunuzu, bilgisayarınızı vs. ışıkla doldurup, açtığınızda size yansıyan ışığı göreceksiniz..Tabağınızdaki yemeği, içtiğiniz suyu ışıkla doldurup, yediğinizde ya da içtiğinizde bedeninize dolan ışığın verdiği huzuru deneyimleyeceksiniz. ( yemek yaparken de bunu uygulayabilirsiniz.)

Gücünüzün ve kim olduğunuzun farkında olun ve ‘HER ŞEY ’le olan bağlantınızı aklınızdan çıkarmayın. Kime ya da neye ne yaparsanız yapın bu sizi de etkileyecektir. Farz edin ki tüm sonsuzluk, HER ŞEY, hepimiz aynı suyun içindeyiz. Ve sonsuz renge sahibiz. O suya hangi renginizi akıtırsanız akıtın, o renkle siz de boyanacaksınız..
Ve siz  bu yazıyı okurken, ister istemez zihninizde imgeler oluştu ve zaten şifa enerjinizi kullanmaya başladınız. Gerisi sizin hayal gücünüze ve ne istediğinize kalmış..