Sahip olduğumuz ya da olmayı istediğimiz hiç ama hiçbir şey, bize gerçek ve kalıcı bir mutluluk ve doyum veremez.
Sadece paylaştıklarımız ve verdiklerimiz gerçekten mutlu eder bizi, başkalarını mutlu edebilmek doyum verir.
Yine de geçicidir hepsi, mutluluk geçicidir; gelir ve gider, sonra yine gelir, yine gider..
Kalıcı olan tek şey huzurdur.
Ve huzur ancak, kendinden başlayarak herkese ve her şeye sevgi ve şefkatle bakan gözleri olanların yüreğinde bulunur..
2016 yılının ilk sabahına, hepimizin değişmiş gözlerle, sadece sevgi ve şefkatle bakan gözlerle uyanmamız dileğiyle, yeni yılımız kutlu olsun..
Sevgiler..
''Sevginin karşıtı korkudur; fakat her şeyi kuşatanın karşıtı olamaz. Gerçeğin karşıtı yoktur; başlangıcı ya da sonu yoktur; sadece 'var'dır.''
31 Aralık 2015 Perşembe
14 Aralık 2015 Pazartesi
Aşk
Aynadaki yansımaya sadece görüntünün kaynağının etki edebileceği gibi, aşka da sadece kendi kaynağı etki edebilir.
Aşk, diğer kişinin görüntüsünden, davranışlarından veya sözlerinden ya da herhangi bir şekilde beklentileri karşılamasından kaynaklandıysa, tüm bunların değişmesi, azalması, çoğalması aşka öyle ya da böyle etki etme gücüne sahiptir.
Ama eğer aşk ruhtan kaynaklandıysa, hiçbir şeyin onun üzerinde etki etme gücü yoktur.
Bu yüzden gerçek aşk her şeyden ama her şeyden daha güçlüdür.
Eğer bir insanın ruhuna aşıksanız, o aşkı hiçbir şey tehdit edemez.
Aşk, diğer kişinin görüntüsünden, davranışlarından veya sözlerinden ya da herhangi bir şekilde beklentileri karşılamasından kaynaklandıysa, tüm bunların değişmesi, azalması, çoğalması aşka öyle ya da böyle etki etme gücüne sahiptir.
Ama eğer aşk ruhtan kaynaklandıysa, hiçbir şeyin onun üzerinde etki etme gücü yoktur.
Bu yüzden gerçek aşk her şeyden ama her şeyden daha güçlüdür.
Eğer bir insanın ruhuna aşıksanız, o aşkı hiçbir şey tehdit edemez.
26 Kasım 2015 Perşembe
Değişime Direnme
Değişime direnme..
Eskiden olduğun kişi olamazsın artık, çünkü bilginin sınırsızlığı o sınırlı kişiyi içinde eritti.
Öyle biri yok artık.
Hem de eskiden olduğun kişiyi oynayacağın o sahne, o zemin yok artık..
Inception filmindeki gibi, rüyayı gören rüya olduğunu fark etti ve rüya çöküyor :)
Eskiden olduğun kişi olamazsın artık, çünkü bilginin sınırsızlığı o sınırlı kişiyi içinde eritti.
Öyle biri yok artık.
Hem de eskiden olduğun kişiyi oynayacağın o sahne, o zemin yok artık..
Inception filmindeki gibi, rüyayı gören rüya olduğunu fark etti ve rüya çöküyor :)
2 Kasım 2015 Pazartesi
2015 Genel Seçimi
Aylar sonra ilk defa haberleri izledim bu sabah; kutlama yapan insanları, konuşan siyasetçileri..
Şunu kabul etmeliyiz ki, gerçekten çok bilinçsiz, çok cahil, ne yaptığını bilmeyen hatta kendini bile bilmeyen, aklı başında olmayan ve zaten hiç olmamış, yani kendi hayatının kontrolünü ele alıp, o bedeninin içinde gerçekten bilinçli bir halde hiç bulunmamış körkütük cehalet sarhoşu, en iyi ve hatta tek yaptığı şey korkmak olan ve hayatı bu korkunun otomatik tepkilerini vermekten ibaret olan insanların büyük çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Bu gerçeği kabul etmek gerek; kızsak da, yargılasak da, hatta acısak da bu böyle.
Çok daha farklı bir ülkede dünyaya gelmeyi de seçebilirdik, ama buradayız.
Bu ülkenin kolektif bilincinin etki alanındayız ve varlığımızla yine o bilince katkıda bulunuyoruz.
Tüm bunlar içimizdeki en derin karanlığın dışavurumları, sembolleri olsa da, kabul etmek, yüzleşmek çok da kolay olmasa da bu böyle.
Yine de kendime hatırlatıyorum.. Geriye doğru çekilmiş o son noktaya daha gelmemiş demek ki çoğunluk.. Bunca cehalet, bilinçsizlik, başka türlü nasıl bilgiye, bilince dönüşecek, hayatı korkulardan ibaret olanlar cesareti başka türlü nasıl öğrenecek? Birazcık daha gerilmek lazım demek ki...
Şunu kabul etmeliyiz ki, gerçekten çok bilinçsiz, çok cahil, ne yaptığını bilmeyen hatta kendini bile bilmeyen, aklı başında olmayan ve zaten hiç olmamış, yani kendi hayatının kontrolünü ele alıp, o bedeninin içinde gerçekten bilinçli bir halde hiç bulunmamış körkütük cehalet sarhoşu, en iyi ve hatta tek yaptığı şey korkmak olan ve hayatı bu korkunun otomatik tepkilerini vermekten ibaret olan insanların büyük çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Bu gerçeği kabul etmek gerek; kızsak da, yargılasak da, hatta acısak da bu böyle.
Çok daha farklı bir ülkede dünyaya gelmeyi de seçebilirdik, ama buradayız.
Bu ülkenin kolektif bilincinin etki alanındayız ve varlığımızla yine o bilince katkıda bulunuyoruz.
Tüm bunlar içimizdeki en derin karanlığın dışavurumları, sembolleri olsa da, kabul etmek, yüzleşmek çok da kolay olmasa da bu böyle.
Yine de kendime hatırlatıyorum.. Geriye doğru çekilmiş o son noktaya daha gelmemiş demek ki çoğunluk.. Bunca cehalet, bilinçsizlik, başka türlü nasıl bilgiye, bilince dönüşecek, hayatı korkulardan ibaret olanlar cesareti başka türlü nasıl öğrenecek? Birazcık daha gerilmek lazım demek ki...
27 Ekim 2015 Salı
Kalpten Konuşmak
Zihin ne söylerse söylesin ya da bedenin kimyası hangi duygulara neden olursa olsun, kalbini dinleyen ve ruhuyla hisseden birisi için, bunlar yüzeyde kalacaktır.
Tüm bu etkiler suyun yüzeyindeki dalgalar gibi, derine ulaşamadan bedeni yalayıp geçecek, kişinin farkındalık alanına girse de, yine de gerçek olarak sadece o en derinde, ruhunda hissettiği kalacaktır.
Böyle birisi için, gerçek olan tek şey kalbinin söylediğidir ve o bu düzeyden, içindeki gerçeklikten hareketle konuştuğu zaman, söyledikleri kendi fiziksel bedeninden bile daha gerçek olacaktır..
Tüm bu etkiler suyun yüzeyindeki dalgalar gibi, derine ulaşamadan bedeni yalayıp geçecek, kişinin farkındalık alanına girse de, yine de gerçek olarak sadece o en derinde, ruhunda hissettiği kalacaktır.
Böyle birisi için, gerçek olan tek şey kalbinin söylediğidir ve o bu düzeyden, içindeki gerçeklikten hareketle konuştuğu zaman, söyledikleri kendi fiziksel bedeninden bile daha gerçek olacaktır..
13 Ekim 2015 Salı
Ra Bilgileri Serisi Hakkında Yorumlar
Bu kitabın yazılmasını sağlayan olayı başlatan Don Elkins, fizik profesörü olduğu için, teknik dil kullanıldığı ve daha az anlaşılır olduğu doğrudur. Don Elkins dört üniversite bitirmiş, Alaska Üniversitesi'nde makine mühendisliği ve Louisville Üniversitesi'nde yine mühendislik ve fizik dersleri vermiş ve sonunda da Louiseville Üniversitesi'ndeki fizik profesörlüğü görevinden ayrılarak, kendini bu konulara adamış, Boing727 kaptan pilotluğu yaparak, 1984’de ölene dek, bu konuda araştırmalarını sürdürmüş bir bilim adamıdır.
Kitabın yazım süreci şöyle olmuştur: üniversitede çalıştığı dönemlerde, varoluşa dair aradığı cevapların, kendisi gibi bu dünyanın içinde bulunup aynı çıkmazı yaşayan insanlarda değil de, daha önce aynı şeyleri yaşamış ve aynı yollardan geçip cevaplara ulaşmış, daha ileri uygarlıklarda bulunabileceğine inanmış ve bu yüzden cevapları bulmanın tek yolunun, dünya dışı varlıklarla temas kurmak ve onlardan bilgi almak olduğuna karar vermiştir.
Bunun için üniversite öğrencilerinden oluşan bir grupla denemeler yapmış, dünya dışı varlıklarla temas kurmanın yollarını denemiştir. Meditasyon yoluyla zihinsel bağlantının yollarını aramıştır. Fakat uzun yıllar devam eden deneyler hiçbir sonuç vermemiş, hiçbir şekilde temas sağlayamamıştır. Yıllar içinde grup dağılmış, artık kimse bu sonuçsuz çalışmayı sürdürmek istememiştir.
Onunla devam eden sadece kütüphane görevlisi Carla Rueckert kalmıştır. Ve bir gün, beklemedikleri bir anda temas sağlamışlardır, bu gelişmeden sonra, araştırmalarına yine bir bilim insanı olan James McCarty de dahil olmuş ve bu sürecin sonucunda da, kitaptaki bilgileri veren Ra adlı bilinç topluluğuyla iletişime geçmeyi ve bilgi almayı başarmışlardır.
Kitap soru cevap şeklinde 4 ciltten oluşuyor. Ayrıca şunu da söylemek istiyorum ki, varoluşumuza dair bilgiler, her düzeyden farklı ifade edilebilir. Yani bir manzarayı, 2.kattan bakarak da tarif edebilirsiniz, 20. kattan bakarak da. Manzara aynı olmasına rağmen, bakılan düzeyler farklı olduğu için, sanki farklı bilgilermiş gibi gelebilir. Oysa sadece bilgiler, çeşitli bilinç düzeylerinden veriliyordur ama en yukarıdan bakıldığında hepsi aynı yere çıkar. Bu son bilgi de, her şeyin tek olduğu, bir olduğudur. Bu nihai bilgi hakkında her düzeyden konuşabiliriz. Kitabın anlattığı düzeyden sorularınıza cevap vermek gerekirse, 4 cilde yayılmış bilgileri toparlayarak yanıtlayacağım.
Çok çok özet olarak, Tanrı dediğimiz her şeyi kapsayan ve her şey olan birlik halinden, bireyselleşmeyi deneyimlemek üzere ayrılmış, Mevlana’nın güzel tabiriyle, okyanusken kendimizi kavanozlara doldurmuş ve kapağını da kapatarak, hala okyanusun içindeyken ve okyanus suyuyken, kavanoz benzetmesi olan bedenler aracılığıyla ayrı olduğumuz, bireysel kimlikler oluşturarak, o tek bilinci bireyselleşmiş bilinçler olarak deneyimlediğimiz bir durumu yaşıyoruz.
Buna, başladığı yere geri dönmek üzere yapılan bir yolculuk da diyebiliriz: Ayrılık yanılsaması ve yeniden birliğe dönüş.
Yanılsama çünkü, gerçekte bir olan zaten bölünemez ve ayrılamaz, ayrılırsa o zaten birlik olamaz, yani her yerde ve her şey olanın dışına zaten çıkılamaz doğası gereği.
Bunu, şu an yaşadığımız dünyada, kendinizden çıkamayacak oluşunuz gibi düşünebilirsiniz. Nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın, zaten olduğunuz şey olan kendinizin dışına çıkamaz, kendinizden kaçamaz, kendiniz olmayı bırakamaz, kendinizi terk edemezsiniz.
Belki çeşitli kimyasallarla, uyuşturucularla, kim olduğunuzu unutup, kendinizden çıkmış, kimliğinizi bırakmış yanılsaması yaşayabilirsiniz. Ama bu yine de kim olduğunuzu değiştirmez ve yine de olduğunuz şeyin dışında bir şey olmuş olmazsınız. İşte şu an yaşadığımız bireysellik yanılması da buna benzer bir illüzyondur.
Unutma perdesi aracılığıyla, gerçekte olduğumuz birlik halinden, tanrının kendisi olduğumuz bütünlükten, her şeyi kapsayan o sonsuz bilinçten ayrı, bireyselleşmiş bilinçler olduğumuz yanılsamasını yaşamamıza izin veren bir deneyimin içindeyiz.
Buna birçok kaynakta tekamül yolculuğu deniyor. Birlik halinden bireyselliğe geçiş ve kim olduğumuzu unutarak başlayan bir yolculuk, ama bir çemberin üzerinde devam eden ve yola çıktığımız noktadan giderek uzaklaşıp, nihayetinde o çemberde dönerek yeniden başladığımız noktaya, birlik haline dönüş.
Ra Bilgileri kitaplarında bahsedilen negatif ve pozitif ayrımını şöyle açıklayabilirim: Başlangıcı bir nokta olarak düşünürseniz, o noktadan sağa doğru bir çember çizerek de yine başlangıca, birliğe, Tanrıya dönüş mümkündür, sola doğru bir çember çizerek de aynı sonuç mümkündür. Biri negatif, yani kendine hizmet yolu, diğeri de pozitif yani başkalarına hizmet yoludur.
Bir'in yasası olarak adlandırılan gerçeğin, yani tanrının ikisini de bir görmesi, yollarla ilgili ayrım yapmaması şu yüzdendir: örnek verirsem, bir anne çocuğunun her şekilde dönüp dolaşıp eve geleceğini bilmektedir ve hangi yoldan geleceği onun için önemli değildir. Kaldı ki zaten çocuk gerçekte hiç evden çıkmamıştır, olanların hepsi yanılsamadır. Bu yüzden size olaya çeşitli bilinç düzeylerinden baktıkça, gerçeklik değişik biçimler alıyormuş gibi gözüküyor demiştim.
Bu düzeyden baktığımızda, yani zaten çocuğun hiç evden çıkmadığı, gerçekte bizim tanrıdan ayrılmadığımız, sadece ayrı olma yanılsamasını yaşadığımız düzeyinden bakarsak, işte o zaman çocuğun gerçek olmayan, illüzyon dünyasında, sanal olarak oynadığı oyunlar, yani negatif yolu seçmesi, pozitif yolu seçmesi, bir katil ya da melek gibi bir insan oluşu bu en üst düzeyden baktığımızda bir önem taşımaz.
Sizin bilgisayar oyununda, bir katil gibi oyundaki sembolleri öldürüp, oturduğunuz sandalyede eğlenmenizin ve olayların sadece bilgisayarın içindeki sanal dünyada olmasının, sizin yaşadığınız gerçekliğe en ufak bir etkisinin olmaması gibi.
Ama tabi şu an hiçbirimiz bu düzeyden bakacak bilince sahip değiliz oyunun içindeyken, doğal olarak.. Çünkü oyunu tüm gerçekliğiyle, hislerimiz aracılığıyla deneyimliyoruz, zaten gerçekmiş gibi yaşamak, gerçekliğinden şüphe duymamak amacıyla, bu kadar da mükemmel tasarlamışız.
Şimdi yeniden pozitif negatif ayrımı yapabileceğimiz düzeye dönersek, iki yol da sonuçta aynı yere çıkmaktadır. Ama yollar belirgin farklılıklar içerir.
Öncelikle, her birimiz içimizde hem iyiyi, hem de kötüyü taşıyoruz. Bunun nedeni de, bizim dışımızda hiçbir şey olmaması, yani biz malzemenin kendisiyiz. Ne varsa bizden yapılıyor zaten, ham madde gibiyiz yani, her şeyin ham maddesi biziz. Bu yüzden bizim dışımızda, bizden ayrı ya da biz olmayan hiç ama hiçbir şey yok. Tüm sonsuzlukta tek bir malzeme, tek bir kaynak, tek bir ham madde var: Tanrı..
Biz de ondan kaynaklanan bilinçler olarak, bizim bilincimizden kaynaklanan yaratımlar yapıyoruz. Bu yüzden aslında hiçbir şey ne azalıyor ne de çoğalıyor, ne yaratılıyor ne de kayboluyor, ne var ne de yok aslında hiçbir şey.
Sadece tanrıdan oluşan, bir kapalı döngünün içinde gibi, ama sonsuz bir döngünün içinde, her şey sadece dönüşüyor, ama aslında hiçbir şey değişmiyor, eklenmiyor, çıkmıyor, bütünlük olduğu gibi hep bütün kalıyor.
Ben bunu fıskiyeli havuzlara benzetiyorum. Kendi içinden çıkan suyu, tekrar kendi içine akıyor. Fıskiyeler aracılığıyla istediğiniz aksiyonu, değişik şekilleri, güzel-çirkin modelleri, en karmaşık döngüleri, figürleri, neyi yaparsanız yapın, havuz için hiçbir şey değişmiyor. Kendi suyu yine kendi içine akıyor, ne artıyor ne azalıyor, ne yeniden yaratılıyor ne yok oluyor, ne de özelliği, su oluşu, özü değişmiyor.
Negatif pozitif demiştik, işte bazılarımızın bir tarafa doğal bir eğilimi var. Ama önemli olan, hangi yolda olduğumuzu bilmek. Çemberi hatırlayın, o çemberde ilerlemek için bir seçim yapmamız gerekiyor. Çoğumuz bilinçsiziz bu konuda, hangi yolda olduğumuzun farkında bile değiliz.
Bilinçli olarak bir yolda ilerlemiş bir varlık, karar değiştirip diğer yolu seçebilir ve daha önceki yolda ne kadar ilerlediyse, yeni yolunda da o kadar kolay ilerler deniyor kitapta. Öyle çünkü, bilinçli olarak negatif yolu seçen bir varlık, o yolun araçlarını bilinçli olarak kullanacaktır. Bu da bir iradeyi ve bilgiyi gerektirir. Ve daha önceki uygulamalarının tam zıttını yapmak durumunda kalacaktır. Bu da daha deneyimli ve bilinçli olmasını sağlar.
Şöyle örnek vereyim: bir tarafta hiç üniversiteye gitmemiş birisi var. Diğer tarafta da, mühendislik bölümünde okuyan ama yarı yolda vazgeçip, hukuk fakültesine gitmeye karar veren birisi var. Doğal olarak ikisinin bilinci, deneyimi ve olaylara bakış açısı daha farklı olacaktır. Dolayısıyla da negatif ilerlemeye karar vermiş ve bu yönde bilinçli çalışmalar yapan bir varlık, elde ettiği bilgiler sonucunda, pozitif yola geçmeye de karar verse, hiçbir seçim yapmamış bir varlığa göre daha kolay ilerleme sağlayacaktır, çünkü bilgiye sahiptir.
Hitler’i sormuşsunuz, Don Elkins de aynı soruyu soruyor kitapta ve geniş bir açıklaması var. Çünkü Hitler negatif yolu bilinçli seçmiş ve bu yolda bilinçli olarak ilerleyen varlıkların ne yaptıklarıyla ilgili açıklayıcı bir örnektir. Ben kişisel olarak rtenin de böyle bilinçli bir seçim yaptığını düşünüyorum. Konuya kitaptan bakabilirsiniz çünkü çok geniş ve dört cilde yayılmış cevaplar var, bu bilgiyi burada özetlemem mümkün değil.
Kitapta bahsedilen kırmızı ışın, insanların enerji merkezleri olan çakraların renkleridir. Kök çakrayı tanımlayan renk kırmızıdır. Öfke de bu çakrayla ilgili olduğu için kırmızı ışın olarak tabir ediliyor.
Öfkeyi negatif kullanmakla ilgili şu örneği verebilirim: filmlerdeki kötü karakterleri gözünüzün önüne getirin. Matrix’deki Bay Anderson mesela ya da bir seri katili düşünün. Hepsi son derece soğukkanlıdır. Asla öfkeden deliye dönmez, duygusal tepkiler vermezler. İçlerindeki nefreti ve öfkeyi hep kontrol altında tutarak, bastırarak zamanını bekler ve bu öfke ve nefreti soğukkanlı bir şekilde eyleme dökerek davranırlar. Bu öfkenin negatif kullanımıdır.
Normal bir insan öfkelendiğinde deliye döner bağırır çağırır, ağlar, duygusal tepkiler verir. Kontrol etmez ya da kabullenmez. Bu rastgele kullanımın bize bir faydası yoktur.
Pozitif bir varlıksa, öfkeyi kabul eder, bu duygunun içine girer, onun işi kendisiyledir. Kendi içindeki duyguya odaklanır. Öfkenin bedeninde yarattığı değişimi gözlemler, kabul eder. Zaten içimizdeki duyguyu gözlemleyip, onun varlığını kabul ettiğimizde, yavaşça onun etkisinden de çıktığımızı fark ederiz. Evet ben şu an çok sinirliyim, bu kalbimi daha hızlı attırıyor, terliyorum ve sinirden yüzümün kızardığını fark ediyorum, ellerim titriyor, dişlerimi sıkıyorum.. gibi gözlemlediğimizde, ister istemez bu duygudan çıkarız yavaşça. Sonra bu öfke hissini bastırmak ya da yok saymak yerine kabul eder ve anlarız, nedenlerine odaklanırız. Birisi size bağırmıştır ya da küfür etmiştir mesela. Bunun içimizdeki hangi düğmeye bastığını, kendimizi aşağılanmış mı hissettirdiğini, öyleyse neden? Biz kendimizi yetersiz, değersiz mi görüyoruz da bir başkasının söylediği gerçek olmayan bir şey bizi bu kadar sinirlendirebiliyor? Neden bunu gerçek olarak kabul ediyoruz? Kendi değerimizi zaten biliyorsak bir başkasının söylediği bir cümle bunu değiştirmemeli vs gibi sorgulama yoluyla, her soruyla daha derine inerek içimizde o öfkeye neden olan asıl duyguyu ortaya çıkarır ve anlarız. Sonra da diğer kişinin de bizde olduğu gibi yetersizlik ve güvensizlikle dolu olduğunu, aslında onaylanmaya, kendini ispatlamaya.. vs hatta en derininde sevilmeye duyduğu ihtiyaçtan böyle bir saldırıda bulunduğunu idrak eder ve bu anlayışla, kendimize duyduğumuz gibi, ona da şefkat duyarız nihayetinde. Bu da öfkenin pozitif kullanılmasıdır.
Bu idrak bizi yolumuzda biraz daha ilerletir. Her duygu ve bu duyguları ortaya çıkaran her olay, insan, bizi yolumuzda ilerletme potansiyeli taşıyan katalizörlerdir; itici güçlerdir.
Pozitif ya da negatif yolu, yani tekamül yolunu, bilinçlenme ve yeniden kim olduğunu hatırlama yolunu seçmiş her varlık, bu katalizörleri kullanarak, yolunda çok büyük ilerlemeler kaydeder. Çünkü bu özünde kendini anlama ve idrak etme yolculuğudur.
Ve zaten yolun bir yerinde bu negatif pozitif ayrımı da kaybolur, kaybolmak zorundadır, ruhsal entropi buna neden olur. Negatif yolu seçmiş varlıklar, negatif özelliklerinin, doğası gereği birliğe, bir oluşa, bir arada hareket etmeye olanak sağlamaması yüzünden ruhsal entropiye maruz kaldıkları için, yolun belli bir yerinde, ilerleyebilmek için pozitife geçmeleri gerektiğini fark ederler.
Tüm bu bilgiler, özünde çok basit bir gerçeği söylese de, çok derin olduğu için karmaşıklaşabiliyor. Bu konular hakkında bilgi veren sayısız kitap var, Ra Bilgileri de bunlardan sadece biri.
Peygamber Ali’nin söylediği ‘’ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı’’ cümlesinde olduğu gibi, hepimiz o basit gerçeği anlamak için daha çok bilgi istedikçe ve daha çok bilgiye ulaştıkça, sanki her şey çok karmaşıkmış gibi hissedebiliyoruz.
Ama daha çok öğrendikçe ve bildikçe, giderek daha basitleşiyor bilgi. Bir üniversite profesörünün tek bir cümlede özetlediği bilgiyi anlayabilmek için, 4 koca yıl onlarca dersi dinlemek, onlarca kitap okumak, araştırmalar yapmak vs gerekmesi gibi, bizim de zaten içimizde olan gerçeği bulmamız için, bazen çok fazla bilgiyi idrak etmemiz gerekebiliyor. Bu yüzden ne kadar anlaşılır yazabildim bilemiyorum, sonuçta ben de anladığım kadarını, kendi idrak düzeyimden yazıyorum :)
Kitabın yazım süreci şöyle olmuştur: üniversitede çalıştığı dönemlerde, varoluşa dair aradığı cevapların, kendisi gibi bu dünyanın içinde bulunup aynı çıkmazı yaşayan insanlarda değil de, daha önce aynı şeyleri yaşamış ve aynı yollardan geçip cevaplara ulaşmış, daha ileri uygarlıklarda bulunabileceğine inanmış ve bu yüzden cevapları bulmanın tek yolunun, dünya dışı varlıklarla temas kurmak ve onlardan bilgi almak olduğuna karar vermiştir.
Bunun için üniversite öğrencilerinden oluşan bir grupla denemeler yapmış, dünya dışı varlıklarla temas kurmanın yollarını denemiştir. Meditasyon yoluyla zihinsel bağlantının yollarını aramıştır. Fakat uzun yıllar devam eden deneyler hiçbir sonuç vermemiş, hiçbir şekilde temas sağlayamamıştır. Yıllar içinde grup dağılmış, artık kimse bu sonuçsuz çalışmayı sürdürmek istememiştir.
Onunla devam eden sadece kütüphane görevlisi Carla Rueckert kalmıştır. Ve bir gün, beklemedikleri bir anda temas sağlamışlardır, bu gelişmeden sonra, araştırmalarına yine bir bilim insanı olan James McCarty de dahil olmuş ve bu sürecin sonucunda da, kitaptaki bilgileri veren Ra adlı bilinç topluluğuyla iletişime geçmeyi ve bilgi almayı başarmışlardır.
Kitap soru cevap şeklinde 4 ciltten oluşuyor. Ayrıca şunu da söylemek istiyorum ki, varoluşumuza dair bilgiler, her düzeyden farklı ifade edilebilir. Yani bir manzarayı, 2.kattan bakarak da tarif edebilirsiniz, 20. kattan bakarak da. Manzara aynı olmasına rağmen, bakılan düzeyler farklı olduğu için, sanki farklı bilgilermiş gibi gelebilir. Oysa sadece bilgiler, çeşitli bilinç düzeylerinden veriliyordur ama en yukarıdan bakıldığında hepsi aynı yere çıkar. Bu son bilgi de, her şeyin tek olduğu, bir olduğudur. Bu nihai bilgi hakkında her düzeyden konuşabiliriz. Kitabın anlattığı düzeyden sorularınıza cevap vermek gerekirse, 4 cilde yayılmış bilgileri toparlayarak yanıtlayacağım.
Çok çok özet olarak, Tanrı dediğimiz her şeyi kapsayan ve her şey olan birlik halinden, bireyselleşmeyi deneyimlemek üzere ayrılmış, Mevlana’nın güzel tabiriyle, okyanusken kendimizi kavanozlara doldurmuş ve kapağını da kapatarak, hala okyanusun içindeyken ve okyanus suyuyken, kavanoz benzetmesi olan bedenler aracılığıyla ayrı olduğumuz, bireysel kimlikler oluşturarak, o tek bilinci bireyselleşmiş bilinçler olarak deneyimlediğimiz bir durumu yaşıyoruz.
Buna, başladığı yere geri dönmek üzere yapılan bir yolculuk da diyebiliriz: Ayrılık yanılsaması ve yeniden birliğe dönüş.
Yanılsama çünkü, gerçekte bir olan zaten bölünemez ve ayrılamaz, ayrılırsa o zaten birlik olamaz, yani her yerde ve her şey olanın dışına zaten çıkılamaz doğası gereği.
Bunu, şu an yaşadığımız dünyada, kendinizden çıkamayacak oluşunuz gibi düşünebilirsiniz. Nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın, zaten olduğunuz şey olan kendinizin dışına çıkamaz, kendinizden kaçamaz, kendiniz olmayı bırakamaz, kendinizi terk edemezsiniz.
Belki çeşitli kimyasallarla, uyuşturucularla, kim olduğunuzu unutup, kendinizden çıkmış, kimliğinizi bırakmış yanılsaması yaşayabilirsiniz. Ama bu yine de kim olduğunuzu değiştirmez ve yine de olduğunuz şeyin dışında bir şey olmuş olmazsınız. İşte şu an yaşadığımız bireysellik yanılması da buna benzer bir illüzyondur.
Unutma perdesi aracılığıyla, gerçekte olduğumuz birlik halinden, tanrının kendisi olduğumuz bütünlükten, her şeyi kapsayan o sonsuz bilinçten ayrı, bireyselleşmiş bilinçler olduğumuz yanılsamasını yaşamamıza izin veren bir deneyimin içindeyiz.
Buna birçok kaynakta tekamül yolculuğu deniyor. Birlik halinden bireyselliğe geçiş ve kim olduğumuzu unutarak başlayan bir yolculuk, ama bir çemberin üzerinde devam eden ve yola çıktığımız noktadan giderek uzaklaşıp, nihayetinde o çemberde dönerek yeniden başladığımız noktaya, birlik haline dönüş.
Ra Bilgileri kitaplarında bahsedilen negatif ve pozitif ayrımını şöyle açıklayabilirim: Başlangıcı bir nokta olarak düşünürseniz, o noktadan sağa doğru bir çember çizerek de yine başlangıca, birliğe, Tanrıya dönüş mümkündür, sola doğru bir çember çizerek de aynı sonuç mümkündür. Biri negatif, yani kendine hizmet yolu, diğeri de pozitif yani başkalarına hizmet yoludur.
Bir'in yasası olarak adlandırılan gerçeğin, yani tanrının ikisini de bir görmesi, yollarla ilgili ayrım yapmaması şu yüzdendir: örnek verirsem, bir anne çocuğunun her şekilde dönüp dolaşıp eve geleceğini bilmektedir ve hangi yoldan geleceği onun için önemli değildir. Kaldı ki zaten çocuk gerçekte hiç evden çıkmamıştır, olanların hepsi yanılsamadır. Bu yüzden size olaya çeşitli bilinç düzeylerinden baktıkça, gerçeklik değişik biçimler alıyormuş gibi gözüküyor demiştim.
Bu düzeyden baktığımızda, yani zaten çocuğun hiç evden çıkmadığı, gerçekte bizim tanrıdan ayrılmadığımız, sadece ayrı olma yanılsamasını yaşadığımız düzeyinden bakarsak, işte o zaman çocuğun gerçek olmayan, illüzyon dünyasında, sanal olarak oynadığı oyunlar, yani negatif yolu seçmesi, pozitif yolu seçmesi, bir katil ya da melek gibi bir insan oluşu bu en üst düzeyden baktığımızda bir önem taşımaz.
Sizin bilgisayar oyununda, bir katil gibi oyundaki sembolleri öldürüp, oturduğunuz sandalyede eğlenmenizin ve olayların sadece bilgisayarın içindeki sanal dünyada olmasının, sizin yaşadığınız gerçekliğe en ufak bir etkisinin olmaması gibi.
Ama tabi şu an hiçbirimiz bu düzeyden bakacak bilince sahip değiliz oyunun içindeyken, doğal olarak.. Çünkü oyunu tüm gerçekliğiyle, hislerimiz aracılığıyla deneyimliyoruz, zaten gerçekmiş gibi yaşamak, gerçekliğinden şüphe duymamak amacıyla, bu kadar da mükemmel tasarlamışız.
Şimdi yeniden pozitif negatif ayrımı yapabileceğimiz düzeye dönersek, iki yol da sonuçta aynı yere çıkmaktadır. Ama yollar belirgin farklılıklar içerir.
Öncelikle, her birimiz içimizde hem iyiyi, hem de kötüyü taşıyoruz. Bunun nedeni de, bizim dışımızda hiçbir şey olmaması, yani biz malzemenin kendisiyiz. Ne varsa bizden yapılıyor zaten, ham madde gibiyiz yani, her şeyin ham maddesi biziz. Bu yüzden bizim dışımızda, bizden ayrı ya da biz olmayan hiç ama hiçbir şey yok. Tüm sonsuzlukta tek bir malzeme, tek bir kaynak, tek bir ham madde var: Tanrı..
Biz de ondan kaynaklanan bilinçler olarak, bizim bilincimizden kaynaklanan yaratımlar yapıyoruz. Bu yüzden aslında hiçbir şey ne azalıyor ne de çoğalıyor, ne yaratılıyor ne de kayboluyor, ne var ne de yok aslında hiçbir şey.
Sadece tanrıdan oluşan, bir kapalı döngünün içinde gibi, ama sonsuz bir döngünün içinde, her şey sadece dönüşüyor, ama aslında hiçbir şey değişmiyor, eklenmiyor, çıkmıyor, bütünlük olduğu gibi hep bütün kalıyor.
Ben bunu fıskiyeli havuzlara benzetiyorum. Kendi içinden çıkan suyu, tekrar kendi içine akıyor. Fıskiyeler aracılığıyla istediğiniz aksiyonu, değişik şekilleri, güzel-çirkin modelleri, en karmaşık döngüleri, figürleri, neyi yaparsanız yapın, havuz için hiçbir şey değişmiyor. Kendi suyu yine kendi içine akıyor, ne artıyor ne azalıyor, ne yeniden yaratılıyor ne yok oluyor, ne de özelliği, su oluşu, özü değişmiyor.
Negatif pozitif demiştik, işte bazılarımızın bir tarafa doğal bir eğilimi var. Ama önemli olan, hangi yolda olduğumuzu bilmek. Çemberi hatırlayın, o çemberde ilerlemek için bir seçim yapmamız gerekiyor. Çoğumuz bilinçsiziz bu konuda, hangi yolda olduğumuzun farkında bile değiliz.
Bilinçli olarak bir yolda ilerlemiş bir varlık, karar değiştirip diğer yolu seçebilir ve daha önceki yolda ne kadar ilerlediyse, yeni yolunda da o kadar kolay ilerler deniyor kitapta. Öyle çünkü, bilinçli olarak negatif yolu seçen bir varlık, o yolun araçlarını bilinçli olarak kullanacaktır. Bu da bir iradeyi ve bilgiyi gerektirir. Ve daha önceki uygulamalarının tam zıttını yapmak durumunda kalacaktır. Bu da daha deneyimli ve bilinçli olmasını sağlar.
Şöyle örnek vereyim: bir tarafta hiç üniversiteye gitmemiş birisi var. Diğer tarafta da, mühendislik bölümünde okuyan ama yarı yolda vazgeçip, hukuk fakültesine gitmeye karar veren birisi var. Doğal olarak ikisinin bilinci, deneyimi ve olaylara bakış açısı daha farklı olacaktır. Dolayısıyla da negatif ilerlemeye karar vermiş ve bu yönde bilinçli çalışmalar yapan bir varlık, elde ettiği bilgiler sonucunda, pozitif yola geçmeye de karar verse, hiçbir seçim yapmamış bir varlığa göre daha kolay ilerleme sağlayacaktır, çünkü bilgiye sahiptir.
Hitler’i sormuşsunuz, Don Elkins de aynı soruyu soruyor kitapta ve geniş bir açıklaması var. Çünkü Hitler negatif yolu bilinçli seçmiş ve bu yolda bilinçli olarak ilerleyen varlıkların ne yaptıklarıyla ilgili açıklayıcı bir örnektir. Ben kişisel olarak rtenin de böyle bilinçli bir seçim yaptığını düşünüyorum. Konuya kitaptan bakabilirsiniz çünkü çok geniş ve dört cilde yayılmış cevaplar var, bu bilgiyi burada özetlemem mümkün değil.
Kitapta bahsedilen kırmızı ışın, insanların enerji merkezleri olan çakraların renkleridir. Kök çakrayı tanımlayan renk kırmızıdır. Öfke de bu çakrayla ilgili olduğu için kırmızı ışın olarak tabir ediliyor.
Öfkeyi negatif kullanmakla ilgili şu örneği verebilirim: filmlerdeki kötü karakterleri gözünüzün önüne getirin. Matrix’deki Bay Anderson mesela ya da bir seri katili düşünün. Hepsi son derece soğukkanlıdır. Asla öfkeden deliye dönmez, duygusal tepkiler vermezler. İçlerindeki nefreti ve öfkeyi hep kontrol altında tutarak, bastırarak zamanını bekler ve bu öfke ve nefreti soğukkanlı bir şekilde eyleme dökerek davranırlar. Bu öfkenin negatif kullanımıdır.
Normal bir insan öfkelendiğinde deliye döner bağırır çağırır, ağlar, duygusal tepkiler verir. Kontrol etmez ya da kabullenmez. Bu rastgele kullanımın bize bir faydası yoktur.
Pozitif bir varlıksa, öfkeyi kabul eder, bu duygunun içine girer, onun işi kendisiyledir. Kendi içindeki duyguya odaklanır. Öfkenin bedeninde yarattığı değişimi gözlemler, kabul eder. Zaten içimizdeki duyguyu gözlemleyip, onun varlığını kabul ettiğimizde, yavaşça onun etkisinden de çıktığımızı fark ederiz. Evet ben şu an çok sinirliyim, bu kalbimi daha hızlı attırıyor, terliyorum ve sinirden yüzümün kızardığını fark ediyorum, ellerim titriyor, dişlerimi sıkıyorum.. gibi gözlemlediğimizde, ister istemez bu duygudan çıkarız yavaşça. Sonra bu öfke hissini bastırmak ya da yok saymak yerine kabul eder ve anlarız, nedenlerine odaklanırız. Birisi size bağırmıştır ya da küfür etmiştir mesela. Bunun içimizdeki hangi düğmeye bastığını, kendimizi aşağılanmış mı hissettirdiğini, öyleyse neden? Biz kendimizi yetersiz, değersiz mi görüyoruz da bir başkasının söylediği gerçek olmayan bir şey bizi bu kadar sinirlendirebiliyor? Neden bunu gerçek olarak kabul ediyoruz? Kendi değerimizi zaten biliyorsak bir başkasının söylediği bir cümle bunu değiştirmemeli vs gibi sorgulama yoluyla, her soruyla daha derine inerek içimizde o öfkeye neden olan asıl duyguyu ortaya çıkarır ve anlarız. Sonra da diğer kişinin de bizde olduğu gibi yetersizlik ve güvensizlikle dolu olduğunu, aslında onaylanmaya, kendini ispatlamaya.. vs hatta en derininde sevilmeye duyduğu ihtiyaçtan böyle bir saldırıda bulunduğunu idrak eder ve bu anlayışla, kendimize duyduğumuz gibi, ona da şefkat duyarız nihayetinde. Bu da öfkenin pozitif kullanılmasıdır.
Bu idrak bizi yolumuzda biraz daha ilerletir. Her duygu ve bu duyguları ortaya çıkaran her olay, insan, bizi yolumuzda ilerletme potansiyeli taşıyan katalizörlerdir; itici güçlerdir.
Pozitif ya da negatif yolu, yani tekamül yolunu, bilinçlenme ve yeniden kim olduğunu hatırlama yolunu seçmiş her varlık, bu katalizörleri kullanarak, yolunda çok büyük ilerlemeler kaydeder. Çünkü bu özünde kendini anlama ve idrak etme yolculuğudur.
Ve zaten yolun bir yerinde bu negatif pozitif ayrımı da kaybolur, kaybolmak zorundadır, ruhsal entropi buna neden olur. Negatif yolu seçmiş varlıklar, negatif özelliklerinin, doğası gereği birliğe, bir oluşa, bir arada hareket etmeye olanak sağlamaması yüzünden ruhsal entropiye maruz kaldıkları için, yolun belli bir yerinde, ilerleyebilmek için pozitife geçmeleri gerektiğini fark ederler.
Tüm bu bilgiler, özünde çok basit bir gerçeği söylese de, çok derin olduğu için karmaşıklaşabiliyor. Bu konular hakkında bilgi veren sayısız kitap var, Ra Bilgileri de bunlardan sadece biri.
Peygamber Ali’nin söylediği ‘’ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı’’ cümlesinde olduğu gibi, hepimiz o basit gerçeği anlamak için daha çok bilgi istedikçe ve daha çok bilgiye ulaştıkça, sanki her şey çok karmaşıkmış gibi hissedebiliyoruz.
Ama daha çok öğrendikçe ve bildikçe, giderek daha basitleşiyor bilgi. Bir üniversite profesörünün tek bir cümlede özetlediği bilgiyi anlayabilmek için, 4 koca yıl onlarca dersi dinlemek, onlarca kitap okumak, araştırmalar yapmak vs gerekmesi gibi, bizim de zaten içimizde olan gerçeği bulmamız için, bazen çok fazla bilgiyi idrak etmemiz gerekebiliyor. Bu yüzden ne kadar anlaşılır yazabildim bilemiyorum, sonuçta ben de anladığım kadarını, kendi idrak düzeyimden yazıyorum :)
4 Ekim 2015 Pazar
Hayatının Bu Kadar Tahmin Edilebilir Oluşu
Hayatının bu kadar tahmin edilebilir oluşu, sana garip ve sanki olması gereken bu değilmiş gibi gelmiyor mu?
Üç beş değişik versiyon dışında, her şeyin aynı senaryonun etrafında dönüyor oluşu seni ürkütmüyor mu?
Doğdun, eğitim aldın, bir işin var, evlendin ya da evleneceksin, bir aile kuracaksın, çocukların var ya da olacak, torunların olacak veya yalnız yaşayacaksın, annen baban ölecek, emekli olacaksın....... ve sonunda sen de öleceksin.
Bunların arasına sıkıştırabildiğin ayrıntılar, bulunduğun yerin ve konumun menüsünden seçtiğin ayrıntılar hayatını, seni tanımlıyor olacak. Bu menü lüks bir restoranın menüsü gibi de olabilir, bir çay bahçesinin sınırlı menüsü de.. Yine de fark etmez, seçeneklerin az ya da çok olsa da, belirlenmiş ve sana seçmen için sunulmuş olasılıklar olacak.
Bu seni bir yalanı yaşıyormuşsun gibi hissettirmiyor mu?
Dilediğin kadar ayrıntı ekle yaşamına, yapabildiğin ya da yapabileceğin şeylerin çerçevesi ne kadar geniş olursa olsun, bu seni yeryüzü ve gökyüzünün arasında sıkışmış hissettirmiyor mu?
Ne kadar büyük olursa olsun kutun, içine dilediğin kadar eğlence, insan, heyecan, seni önemli ve güçlü hissettirecek şeyler koyarsan koy, yine de kutunun sınırlarına çarpmamak için hep o sınırdan dönüp yeni şeyler aramıyor musun menüden? O sınırlara çarpıp kutunun içinde olduğun gerçeğiyle yüzleşmekten deli gibi korkmuyor musun?
Bu sana, gerçekte sanki özgür değilmişsin gibi, belli belirsiz bir tedirginlik hissi vermiyor mu?
Aklına böyle düşünceler geldiği zamanlarda, tüm insanlar böyle yaşıyor, dünyanın düzeni bu diyerek, kendini yatıştırıp içindeki sesi susturduğunda, aslında kendini sahte ve ikiyüzlü bulmuyor musun içinin en derininde?
Yine de bunları düşünmekten bile korkarak, koşar adımlarla eğlencenin, alışverişin, arkadaşların, modanın, başarının, kadınların ya da erkeklerin, alkolün, sporun, tatilin, seksin.. sana bu ikiyüzlü ve sahte olduğun hissini unutturacak ne varsa peşine düşmüyor musun?
Bütün bunlar sana, mantık hatalarıyla dolu bir filmi izliyormuşsun da, bu saçma senaryoya tüm salon hayranlıkla alkış tutarken, sen de kendini aptal gibi hissetmemek için onlara katılıyormuşsun gibi gelmiyor mu hiç?
Tüm bunların gerçek olmadığı, görünenin ötesinde çok farklı bir gerçek olduğu fikri, istisnasız bütün insanlarda olduğu gibi, kendini bildin bileli senin de beyninin en gizli kıvrımlarında dolanıp durduğu halde, kalbinin kendinden bile sakladığın bir parçasından sürekli sana seslenip durduğu halde, bunu yok sayarak yaşadığın her an, kendine ihanet ediyormuş gibi hissetmiyor musun?
Üç beş değişik versiyon dışında, her şeyin aynı senaryonun etrafında dönüyor oluşu seni ürkütmüyor mu?
Doğdun, eğitim aldın, bir işin var, evlendin ya da evleneceksin, bir aile kuracaksın, çocukların var ya da olacak, torunların olacak veya yalnız yaşayacaksın, annen baban ölecek, emekli olacaksın....... ve sonunda sen de öleceksin.
Bunların arasına sıkıştırabildiğin ayrıntılar, bulunduğun yerin ve konumun menüsünden seçtiğin ayrıntılar hayatını, seni tanımlıyor olacak. Bu menü lüks bir restoranın menüsü gibi de olabilir, bir çay bahçesinin sınırlı menüsü de.. Yine de fark etmez, seçeneklerin az ya da çok olsa da, belirlenmiş ve sana seçmen için sunulmuş olasılıklar olacak.
Bu seni bir yalanı yaşıyormuşsun gibi hissettirmiyor mu?
Dilediğin kadar ayrıntı ekle yaşamına, yapabildiğin ya da yapabileceğin şeylerin çerçevesi ne kadar geniş olursa olsun, bu seni yeryüzü ve gökyüzünün arasında sıkışmış hissettirmiyor mu?
Ne kadar büyük olursa olsun kutun, içine dilediğin kadar eğlence, insan, heyecan, seni önemli ve güçlü hissettirecek şeyler koyarsan koy, yine de kutunun sınırlarına çarpmamak için hep o sınırdan dönüp yeni şeyler aramıyor musun menüden? O sınırlara çarpıp kutunun içinde olduğun gerçeğiyle yüzleşmekten deli gibi korkmuyor musun?
Bu sana, gerçekte sanki özgür değilmişsin gibi, belli belirsiz bir tedirginlik hissi vermiyor mu?
Aklına böyle düşünceler geldiği zamanlarda, tüm insanlar böyle yaşıyor, dünyanın düzeni bu diyerek, kendini yatıştırıp içindeki sesi susturduğunda, aslında kendini sahte ve ikiyüzlü bulmuyor musun içinin en derininde?
Yine de bunları düşünmekten bile korkarak, koşar adımlarla eğlencenin, alışverişin, arkadaşların, modanın, başarının, kadınların ya da erkeklerin, alkolün, sporun, tatilin, seksin.. sana bu ikiyüzlü ve sahte olduğun hissini unutturacak ne varsa peşine düşmüyor musun?
Bütün bunlar sana, mantık hatalarıyla dolu bir filmi izliyormuşsun da, bu saçma senaryoya tüm salon hayranlıkla alkış tutarken, sen de kendini aptal gibi hissetmemek için onlara katılıyormuşsun gibi gelmiyor mu hiç?
Tüm bunların gerçek olmadığı, görünenin ötesinde çok farklı bir gerçek olduğu fikri, istisnasız bütün insanlarda olduğu gibi, kendini bildin bileli senin de beyninin en gizli kıvrımlarında dolanıp durduğu halde, kalbinin kendinden bile sakladığın bir parçasından sürekli sana seslenip durduğu halde, bunu yok sayarak yaşadığın her an, kendine ihanet ediyormuş gibi hissetmiyor musun?
8 Eylül 2015 Salı
Şu An Bu Yazıyı Okuyorsanız...
Şu an bu yazıyı okuyorsanız, sadece daha yavaş ve sakin okuyarak adımları takip edin..
Derin bir nefes alın ve beyaz bir ışık soluduğunuzu hayal edin.
Beyaz ışığı çektiniz içinize nefesinizle sakince ve endişelerinizi dışarı verdiniz.
Beyaz ışığı çektiniz içinize ve nefesinizi verirken korkularınızı dışarı verdiniz.
Rahat ve gevşemiş haldesiniz; yüzünüzü gevşetin, omuzlarınızı, kollarınızı, karnınızı gevşetin, bırakın bacaklarınız, ayaklarınız gevşesin.
Beyaz ışığı çektiniz içinize nefesinizle ve içinize huzur dolduğunu hissettiniz.
İçiniz ışıkla doldu tamamen, bedeninizin sınırlarından, teninizden yansımaya başladı ışık, tüm bedeniniz ışıyor.
Beyaz ışığı çektiniz içinize ve dışarıya da artık beyaz ışık üflüyorsunuz nefesinizle.
Her nefes verişinizle içinizden ve bedeninizden beyaz ışık yayılıyor ve artarak bulunduğunuz mekana genişliyor.
İçinde bulunduğunuz mekan tamamen beyaz ışıkla kaplı artık.
Dışarıdan baktığınızı hayal edin, olduğunuz yerin pencerelerinden taşıyor ışık.Ve bulunduğunuz binayı kaplıyor .
Siz ışık solumaya devam ediyorsunuz.
Şimdi yukarıdan bakın, dalga dalga her yöne genişleyerek çevredeki binaları da içine alıyor yarattığınız ışık.
Daha yukarıdan bakın, ışık hızla tüm şehre yayılıyor dalga gibi ve yaşadığınız şehrin tamamı gözlerinizi alan bir parlaklıkla ışıldıyor.
Şimdi gözünüzün önüne Türkiye haritasını getirin.
Bembeyaz parlayan ışıkla kaplı şehrinizden, her yöne taşan ve kapağı açılmış bir baraj gibi kuvvetle akan ışık yayılıyor.
Giderek tüm şehirlere ulaşıyor ışık ve zihninizdeki tüm Türkiye haritası tamamen ışıkla kaplanıyor, parıltılar saçarak bembeyaz duruyor gözünüzün önünde.
Şimdi daha da yukarı çıkın, daha da yukarıdan bakın.
Güzel mavi dünyamızı getirin gözünüzün önüne, yörüngesinde sakince dönen .
Göz alıcı bir ışıkla tamamen kaplanmış, parıldayarak ışıklar saçan ülkemiz Türkiye hemen gözünüze çarpıyor.
Sonsuzluktan gürül gürül akan kocaman bir şelale gibi, ülkemizin üzerine de ışık yağıyor artık. Üzerine devasa genişlikte bir ışık hattı tutulmuş gibi ve o hattan aralıksız kesintisiz gürül gürül akan ışık Türkiye’nin üzerine yağıyor.
Ve giderek etrafımızdaki ülkelere de yayılıyor ışık. Tüm engelleri birden kaldırılmış binlerce baraj gibi hızla ve coşkuyla tüm ülkeleri kaplıyor ışık.
Dalga dalga tüm dünyaya yayılıyor.
Dalga dalga tüm dünyaya yayılıyor.
Güzel dünyamız tamamen ışıkla kaplı artık. Güneşin parlak ışıkları gibi, dünyamız da parlak ışıklarını etrafa saçan bembeyaz bir ışık topu oluyor.
Ve ışıl ışıl dönen dünyamıza bakıp sevgiyle şükrediyoruz..
Onun içinde yaşıyoruz hepimiz ve sevdiklerimiz, ailemiz, tüm insanlar.. Herkes birilerinin en sevdiği, herkes birilerinin ailesi, herkes birilerinin en kıymetlisi.. Tüm insanlar değerli, sevilen ve seven.. Hepimiz birlikte var oluyoruz bu yuvarlak ve parıldayarak dönen dünyada. Herkes sevilmeyi arzuluyor, nasıl ifade ediyor olursa olsun, herkes sevilmeye ihtiyaç duyuyor en derininde.
Ve biz şimdi dışarıdan baktığımız bu güzel dünyanın içindeki herkesi sevecek kadar sevgi doluyuz.
O kadar büyük ki kalbimiz, tüm dünyayı sevecek kadar sevgi taşıyor içinde.
O kadar büyük ki kalbimiz, tüm dünyayı kalbimize koyuyor ve içimizde hissettiğimiz bu sonsuz sevgiyle onu orada, kalbimizde tutarak sevgimizle sarıp sarmalıyoruz.
Dünyanın ışığı kalbimize, kalbimizdeki ışık dünyaya akıyor. Artık dünya biziz, o bizim içimizde, biz onun içindeyiz..
Sevgiyle..
6 Eylül 2015 Pazar
Dışarıdaki Karanlık
Olaylar karşısında nefret, kin, intikam, acı, kurban hisleri duyarak olayın bir parçası olmayın. Unutmayın katili yaratan kurban bilincidir.
Bir doktor yaralı hastasına bakıp ağlayarak üzülerek ona yardım edebilir mi? Güçlü durup, kendi kimliğini koruyarak, kim olduğunu unutmayarak, doktor olduğunun bilinciyle davranarak yardım edebilir ancak.
Bir melek şeytan ona kötülük yaptı diye, aynı hislerle karşılık verse şeytandan ne farkı kalırdı? Şeytan onu baştan çıkarmış, kendisine dönüştürmüş olmaz mıydı?
Sevgiden yana olanlar korkunun karanlığına kapılmazlar. Karanlığın içinde parıldayarak, ışıldayarak sevginin gücüyle aydınlık olarak dururlar; deniz fenerleri gibi..
Dışarıdaki karanlığın bitmesini istiyorsanız, içinizdeki ışığı daha da çok yakmak, daha çok parlamak, her zamankinden daha çok sevgi dolu olmak zorundasınız; ağlayıp üzülerek, kin ve nefret duyarak, intikam hisleriyle siz de karanlığa gömülerek bunu yapamazsınız.
Önce kendi içinizdeki karanlığı yok etmek zorundasınız. Belki de tüm olanlar bunu yapabilmeniz içindir, belki de her şeyin nedeni sizsinizdir, belki de dışarıdaki karanlık kaynağını sizden alıyordur, belki de tamamen aydınlığa dönüşmek için, karanlık tüm gücüyle dışarıda görünür oluyordur… ki artık bunu fark edin ve dönüştürün diye..
Belki de olan her şey, içinizdeki sevgi ve şefkati açığa çıkartmak için oluyordur….
Bir doktor yaralı hastasına bakıp ağlayarak üzülerek ona yardım edebilir mi? Güçlü durup, kendi kimliğini koruyarak, kim olduğunu unutmayarak, doktor olduğunun bilinciyle davranarak yardım edebilir ancak.
Bir melek şeytan ona kötülük yaptı diye, aynı hislerle karşılık verse şeytandan ne farkı kalırdı? Şeytan onu baştan çıkarmış, kendisine dönüştürmüş olmaz mıydı?
Sevgiden yana olanlar korkunun karanlığına kapılmazlar. Karanlığın içinde parıldayarak, ışıldayarak sevginin gücüyle aydınlık olarak dururlar; deniz fenerleri gibi..
Dışarıdaki karanlığın bitmesini istiyorsanız, içinizdeki ışığı daha da çok yakmak, daha çok parlamak, her zamankinden daha çok sevgi dolu olmak zorundasınız; ağlayıp üzülerek, kin ve nefret duyarak, intikam hisleriyle siz de karanlığa gömülerek bunu yapamazsınız.
Önce kendi içinizdeki karanlığı yok etmek zorundasınız. Belki de tüm olanlar bunu yapabilmeniz içindir, belki de her şeyin nedeni sizsinizdir, belki de dışarıdaki karanlık kaynağını sizden alıyordur, belki de tamamen aydınlığa dönüşmek için, karanlık tüm gücüyle dışarıda görünür oluyordur… ki artık bunu fark edin ve dönüştürün diye..
Belki de olan her şey, içinizdeki sevgi ve şefkati açığa çıkartmak için oluyordur….
5 Eylül 2015 Cumartesi
Sivrisinek
İnsan,
içinde aşk varken, aşıkken,
onu ısıran,
rahatsız eden sivrisineği bile öldüremiyor..
Mevlana boşuna ''aşık olmadan gelme kapıma'' dememiş......
içinde aşk varken, aşıkken,
onu ısıran,
rahatsız eden sivrisineği bile öldüremiyor..
Mevlana boşuna ''aşık olmadan gelme kapıma'' dememiş......
3 Eylül 2015 Perşembe
Kendinize Gelin!
Acıdan beslenmeyin...
Dünyanın oluştuğu deseni biz boyuyoruz ruhumuzdaki renklerle, hüznü bırakın.
Tüm bu hikayeyi yazan biziz, acının kalemi olmayı bırakın.
Eğer ortaya çıkan manzarayı beğenmiyorsanız, önce kendi içinize bir bakın, siz nasıl bir katkı sağlıyorsunuz bu manzaraya?
Sorumluluğu alın, hissettiğimiz duygunun olaylarını yaratırız.
Dünyadaki her şey içimizdekine karşılık gelir.
Hepimizin devasa bir tuvale resim çizen ressamlar olduğumuzu düşünün..
Bizim her duygumuz, her fırça darbemiz o resmin bir parçasını oluşturuyor.
Eğer daha güzel bir resim istiyorsanız, acıyı çizmeyin, acıyı çizenlerin hüznüne kapılmayın.
Değiştirmenin tek yolu bu, yardım etmenin tek yolu bu, mutlu olmanın ve mutlu etmenin tek yolu bu.
Sevin, sevinin, içinizde sevgiyi ve sevinci hissedin. Acıyı hissederek daha çok acı yaratırsınız, sevgiyi hissederek daha çok sevgi..
Dünyayı oluşturan malzeme sizsiniz, tadı acıysa siz daha da çok şeker olun, sevgi azsa siz daha da çok sevgi olun..
Korkuya, karmaşaya, kaosa kapılmayın, acının girdabına çekilmeyin.
Kim olduğunuzu unutmayın ve sevgide kalın, kendinizi kaybetmeyin, kendinize gelin!
Dünyanın oluştuğu deseni biz boyuyoruz ruhumuzdaki renklerle, hüznü bırakın.
Tüm bu hikayeyi yazan biziz, acının kalemi olmayı bırakın.
Eğer ortaya çıkan manzarayı beğenmiyorsanız, önce kendi içinize bir bakın, siz nasıl bir katkı sağlıyorsunuz bu manzaraya?
Sorumluluğu alın, hissettiğimiz duygunun olaylarını yaratırız.
Dünyadaki her şey içimizdekine karşılık gelir.
Hepimizin devasa bir tuvale resim çizen ressamlar olduğumuzu düşünün..
Bizim her duygumuz, her fırça darbemiz o resmin bir parçasını oluşturuyor.
Eğer daha güzel bir resim istiyorsanız, acıyı çizmeyin, acıyı çizenlerin hüznüne kapılmayın.
Değiştirmenin tek yolu bu, yardım etmenin tek yolu bu, mutlu olmanın ve mutlu etmenin tek yolu bu.
Sevin, sevinin, içinizde sevgiyi ve sevinci hissedin. Acıyı hissederek daha çok acı yaratırsınız, sevgiyi hissederek daha çok sevgi..
Dünyayı oluşturan malzeme sizsiniz, tadı acıysa siz daha da çok şeker olun, sevgi azsa siz daha da çok sevgi olun..
Korkuya, karmaşaya, kaosa kapılmayın, acının girdabına çekilmeyin.
Kim olduğunuzu unutmayın ve sevgide kalın, kendinizi kaybetmeyin, kendinize gelin!
27 Ağustos 2015 Perşembe
Yine mi?
Hani bi daha gelmeyecektim?
Yine baştan mi başlıyoruz, agu magu altına çişini yapmalar fln..!
Ama yeter artık sıkıldım ben, başlıcam bu döngüye! :) :)
26 Ağustos 2015 Çarşamba
Gözlemci, Gizli Güdü Ve Dejavu Hakkında Kısaca
Bedenimizi terk ettikten sonra, son yaşamımızı gözden geçirmek ve bir sonraki yaşamımızı planlamak için Vecit Katı'na gidiyoruz. Birçok spiritüel, mitolojik ya da dini kaynakta da bundan çeşitli şekillerde söz edilir, zaten biliyoruz.
Vecit Katı'nda tüm yaşamımızı izliyor ve değerlendiriyoruz. Bazı ruhlar bunu yalnız yaparken, bazılarına bilge ruhlar eşlik ediyor vs. Mitolojide örneklendirildiği gibi, terazinin bir kefesinde bir tüy varken, bizim yaşamda yaptıklarımız terazinin diğer tarafına konduğunda o tüyden hafif gelmesi gibi amaç. Ama bu değerlendirme eylemlere göre değil, o eylemin ardındaki gerçek (gizli) güdümüze göre yapılıyor. Bu yüzden de gerçek güdümüzü açığa çıkartacak şekilde görmemiz, incelememiz, araştırmamız gerekiyor tüm yaşamımızı, vecit katında izlerken..
Gerçek güdü de şöyle örneklendirilebilir: Yaşamdaki asıl amacımız insan bedeninin sınırlı ve korkak doğasını yenip, o bedenin içindeyken tanrısallığımızı ifade etmek olduğu için, en basit şekliyle mesela iş yerinizde genel bir yardım toplanıyor ve siz de katılıp para veriyorsunuz. Ama o parayı belki de iş arkadaşlarınızdan utandığınız ya da müdürünüzün gözüne girmek veya kendinizi yardımsever hissetmek için verdiniz. Gerçek güdü, gizli güdünüz neydi tam olarak, aslolan bu.. İşte tüm yaşamlarımızı da, bu gerçek güdüleri değiştirebilmek için yaşıyoruz ve zaten bu konu da tekrar tekrar gelmemize neden oluyor. Ama bunu tekrar tekrar gelmeden yapabilmemizin bir yolu daha var.
Gerçekte zaman kavramı olmadığı, geçmiş, şimdi, gelecek hepsi aynı anda yaşandığı için, biz şu anda hem burada yaşıyoruz, hem de bedenini terk edip ölmüş, vecit katına gitmiş veçhemiz de, vecit katında bu yaşamı izliyor. Aynı anda.. Yani biz aynı anda hem yaşıyor hem de ölüyüz dünyasal anlamda..
Az önce ki para verme örneğine dönersek, o an parayı veren veçhemizi, bedensiz veçhemiz vecit katında izliyor ve gerçek güdüyü görüyor. Eğer vecit katındaki veçhemiz, dünyadaki bedenli haline ulaşabilip, (defalarca seyredebilme özgürlüğüyle belki de tekrar tekrar izleyip oradaki gerçek güdüyü ortaya çıkarmış olduğu için) bedenine dönüp o ana kendi bilincini getirirse ve o sahne değiştirilmiş güdüyle yeniden yaşanırsa ne olur?
Bir başka yaşama gerek kalmadan, orda bu işi bitirmiş oluruz, bu konuyu çözmüş oluruz. Yani parayı veren, insan bedenindeki veçhemiz uyanmış ve gözlemci konumundan, vecit katındaki konumundan, öz benliğinden hareket etmiş ve böylece konuyu çözmüş olur. Gerçek güdüsünü korkak ve iki yüzlü insan düzeyinden değil, Tanrısal saflık düzeyinden ele alarak düzeltmiş ve saf, temiz bir güdüyle davranarak değiştirmiş olur.
Yani biz tüm illüzyona rağmen gözlemci konumunda kaldığımız her an, gerçek kimliğimizle bağlantı kurarız ve Tanrı’nın eli, Tanrı’nın sesi, Tanrı’nın yüzü oluruz :)
Dejavu konusuna gelirsek de, zamansızlık noktasından biz bu yaşamı zaten çoktan yaşayıp bitirdiğimiz için, vecit katında gizli güdüyü açığa çıkarmak için tekrar tekrar izlediğimiz ve değiştirmek için geri döndüğümüz bazı sahneleri hatırlıyoruz. Matrix filmindeki o harika replik de bunu anlatıyordu zaten: "Sen buraya seçim yapmaya değil, yaptığın seçimi anlamaya geldin"..
Ve anladığımızda ne olur? Heyyy, değiştirebiliriz :)
Bunu, sinemada film izlerken, oyuncunun görmediği diğer sahneleri bildiğimiz için, filmi değiştirme gücü gibi düşünebiliriz. Mesela kadın tam telefona uzanmıştır adamı arayacaktır, ama cesaret edemez, oysa biz diğer tarafta adamın da telefonun başında beklediğini görüyoruzdur. İşte anlamak, o kadına sinema perdesine rağmen ulaşıp, ara hadi, demek gibi :)
Beden sınırlamalarından kurtulmuş bilincimizi, yani Tanrı’yı o bedenin içine getirmek ve filmi değiştirmek… Nasıl? Gözlemci konumunda kalıp, Tanrısal bilincin içimizdeki varlığını hissetmemize ve bu sayede O olarak davranmamıza izin vererek :)
24 Ağustos 2015 Pazartesi
Burası Senin Zihninin İçi
Bunu okuyorsan, okuduklarını gerçekten bir an durup düşün:
Sen şu anda evinde oturuyorsun ve kendini dışarıda yolda olarak hayal ediyorsun..
Düşün şu an, yolda yürüyorsun eve gelmek üzere.. İstersen bu hayali genişletebilirsin de, hayalinde yolları kaldırımları, etrafındaki evleri, insanları hatta onlarla konuşmalarını vs de görebilirsin şu an..
Yolda duyduğun heyecanı, mutluluğu, hatta korkuyu, endişeyi, kızgınlığı vs bile hissedebilirsin hayale iyice girdikçe..
Sen evinde oturmuş bunları hayal ederken, o hayalin içinde yolda olan sen kim?
O hayalin varolduğu sahne neresi, nerde?
Ve o hayaldeki daha eve kadar çok yolum var diye düşünen sen, gerçekte zaten evde değil mi?
Sen o hayali düşünmekten, sürdürmekten vazgeçip evin konforunda, güvenliğinde, sıcaklığında ayaklarını uzatıp huzurla oturmaya devam etsen ya da o hayali sürdürsen ne fark eder?
Zihninin içinde ne düşünürsen düşün, senin evinde olduğun gerçeğini ne değiştirebilir?
Hayalindeki yolda olan sana desen ki:
''Ben senim, ben seni yaratanım; hayal edenim.. Sen şu anda evindesin, hiçbir sorunun sıkıntın yok, huzurla ayaklarını uzatmış oturuyorsun. Yolda olduğunu sansan da aslında evden hiç çıkmadın. Sen benim içimdesin, bensin, ben de senin içindeyim, ikimiz biriz, bu sadece herhangi bir akşamın herhangi bir zamanında sadece bir an düşündüğüm bir hayal..''.
Ve sonra hayalinde yolda olan sen de dese ki:
''Hayır ben sen değilim.. Ben senden ayrı ve yolda olan biriyim, yalnızım ve eve daha çok yolum var'' dese..
Bu söylediklerini de zaten sen hayal etmiş olmaz mısın?
Bu senin hayalin ve senin zihninin içi.. Düşü gören sensin, içinde olan biten her şeyi senden başka kim yaratabilir ki... :)
Sen şu anda evinde oturuyorsun ve kendini dışarıda yolda olarak hayal ediyorsun..
Düşün şu an, yolda yürüyorsun eve gelmek üzere.. İstersen bu hayali genişletebilirsin de, hayalinde yolları kaldırımları, etrafındaki evleri, insanları hatta onlarla konuşmalarını vs de görebilirsin şu an..
Yolda duyduğun heyecanı, mutluluğu, hatta korkuyu, endişeyi, kızgınlığı vs bile hissedebilirsin hayale iyice girdikçe..
Sen evinde oturmuş bunları hayal ederken, o hayalin içinde yolda olan sen kim?
O hayalin varolduğu sahne neresi, nerde?
Ve o hayaldeki daha eve kadar çok yolum var diye düşünen sen, gerçekte zaten evde değil mi?
Sen o hayali düşünmekten, sürdürmekten vazgeçip evin konforunda, güvenliğinde, sıcaklığında ayaklarını uzatıp huzurla oturmaya devam etsen ya da o hayali sürdürsen ne fark eder?
Zihninin içinde ne düşünürsen düşün, senin evinde olduğun gerçeğini ne değiştirebilir?
Hayalindeki yolda olan sana desen ki:
''Ben senim, ben seni yaratanım; hayal edenim.. Sen şu anda evindesin, hiçbir sorunun sıkıntın yok, huzurla ayaklarını uzatmış oturuyorsun. Yolda olduğunu sansan da aslında evden hiç çıkmadın. Sen benim içimdesin, bensin, ben de senin içindeyim, ikimiz biriz, bu sadece herhangi bir akşamın herhangi bir zamanında sadece bir an düşündüğüm bir hayal..''.
Ve sonra hayalinde yolda olan sen de dese ki:
''Hayır ben sen değilim.. Ben senden ayrı ve yolda olan biriyim, yalnızım ve eve daha çok yolum var'' dese..
Bu söylediklerini de zaten sen hayal etmiş olmaz mısın?
Bu senin hayalin ve senin zihninin içi.. Düşü gören sensin, içinde olan biten her şeyi senden başka kim yaratabilir ki... :)
13 Temmuz 2015 Pazartesi
13 Temmuz
Aşkın düşsel ayinine doğan,
büyülü bir güneşti sanki gülüşün..
Ve kendimi unutuşumla başlayan sessizliğin karanlığında,
gökteki yıldızlar gibi ışıklar saçarak düştü gözlerime,
içinde evreni saklayan gözlerin..
Uçurum gibi gözüken gerçeğin sınırında,
tutunduğumu sandığım her şeyi bırakıp
ve ruhumu ağırlaştıran tüm giysileri çıkarıp baktım sana..
Yağmurların ardından mucizevi bir görkemle çıkan gökkuşağı gibi,
ruhunda taşıdığın tanrısal renklerin yüzümdeki yansımasını gördüm..
Ve geçtim sandığım gerçeğin sınırından önce korkuyla geriye döndüm..
Çünkü kendime varlığından habersiz olduğum duvarlar örmüştüm..
Ama tek gerçekti aşk hala
Ve eriyip gitti gerçek olmayan her şey yangınında..
Yürüdükçe yol belirecektir denmişti ayaklarının altında
Yürüdüm korkusuzca, her adımda soyundu ruhum
Ve zaten içinde olduğum sonsuzluğa teslim oldum..
büyülü bir güneşti sanki gülüşün..
Ve kendimi unutuşumla başlayan sessizliğin karanlığında,
gökteki yıldızlar gibi ışıklar saçarak düştü gözlerime,
içinde evreni saklayan gözlerin..
Uçurum gibi gözüken gerçeğin sınırında,
tutunduğumu sandığım her şeyi bırakıp
ve ruhumu ağırlaştıran tüm giysileri çıkarıp baktım sana..
Yağmurların ardından mucizevi bir görkemle çıkan gökkuşağı gibi,
ruhunda taşıdığın tanrısal renklerin yüzümdeki yansımasını gördüm..
Ve geçtim sandığım gerçeğin sınırından önce korkuyla geriye döndüm..
Çünkü kendime varlığından habersiz olduğum duvarlar örmüştüm..
Ama tek gerçekti aşk hala
Ve eriyip gitti gerçek olmayan her şey yangınında..
Yürüdükçe yol belirecektir denmişti ayaklarının altında
Yürüdüm korkusuzca, her adımda soyundu ruhum
Ve zaten içinde olduğum sonsuzluğa teslim oldum..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)